CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Ukrayna Büyükelçisi Vasil Bodnar’ı Kabul Etti
Temmuz 15, 2024CHP Genel Başkanı Özgür Özel, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile Bir Araya Geldi
Temmuz 17, 2024“ADALET ARAYIŞININ ÖNÜNDE ENGEL OLANLARDAN DEĞİL AİLELERİN YANINDA ADALETİ ARAYANLARDAN OLACAĞIZ”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, en düşük emekli maaşına yapılan zam oranına tepki göstererek, “6 ay önce en düşük emekli maaşı 25 kilo kıyma alıyordu. Dün 16 kiloya düşmüştü. Bugün yaptıkları sözde zamla 20 kiloya çıktı. Bugün emekliye zam yapmıyorsunuz. Siz bugün emeklinin cebinden 6 ay öncesine göre 5 kilo kıyma parası çalıyorsunuz. 6 ay önce 25 kilo alan 10 bin lira, bugün 12 bin 500 lira 20 kilo alıyorsa, bunun adı zam değil emekliye ihanettir. Yazıklar olsun, yazıklar olsun. Açlık sınırı 19 bin lirayken, asgari ücreti 17 binde bırakanlara, bu ülke bugünlere gelsin diye el emeği göz nuru akıtan alın teri akıtanlara, dirsek çürütenlere 12 bin 500 lirayı reva görenlere diyoruz ki: Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu milleti, bu cendereden kurtaracağız. Sizin elinizden kurtaracağız. Sadece zenginleri kayıran, yoksulu sömüren bu sisteme son verene kadar Cumhuriyet Halk Partisi olarak sizin için çalışacağız. Sizin için mücadele edeceğiz. Sizinle birlikte hakkınızı söke söke alacağız. Bu ülkede ya yüzler gülecek, ya da yüzleri güldürecek halkın iktidarı gelecek. Madem geçim yoksa çok yakında seçim var. Hep birlikte mücadele edeceğiz. Hakkımızı alacağız. Tüm emeklileri ve tüm emekçileri selamlıyoruz. Siz haklısınız, eninde sonunda haklılar kazanır. Siz kazanacaksınız, hep birlikte biz kazanacağız” ifadesini kullandı.
TBMM’de grup toplantısında gündemdeki konulara ilişkin konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, “Değerli milletvekillerimiz, dün illerinizde, bizler burada 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin 8’inci yıl dönümündeki anma programlarına katıldık. O gün demokrasimize, milletin iradesine kast edenler halkımızın ve hepimizin sağlam iradesine, demokrasiye bağlılığına vurdular, geri püskürtüldüler. CHP hiç şüphesiz anılan terör örgütü, cemaatle, tarihsel husumeti olan bir yapıdır. Yıllarca biz bunlarla mücadele ettik. Yıllarca bu tehlikelere dikkat çekti. Bu Meclis’in tutanakları başta rahmetli Kamer Genç’in ifadeleri olmak üzere 15 Temmuz’a giden süreçte yapılan yanlışlara işaret eden, onlarca, yüzlerce uyarı konuşmasıyla doludur. Karşılığında duyduklarınız, bugün hatırlatmanın, ne bize ne başkasına faydası olmayan ama o çarpık yapıyı, hain yapıyı sahiplenen ifadelerle doludur” dedi. Özel, şunları kaydetti:
“DARBEYE KARŞI EN NET TAVRI TAKINAN GRUP BİZDİK”
“Bugün geldiğimiz noktada 15 Temmuz’da yapılan darbe girişiminde, bütün darbeler doğası gereği iktidara yapılır. Bütün dünyanın, bütün Türkiye’nin, bütün ülkenin dönüp muhalefete baktığını, ana muhalefetin gözünün içine baktığını hatırlatmak isterim. O gece Ankara’da bulunan 16 arkadaş genel merkezimizde toplandık, kısa bir değerlendirmeden sonra dedik ki, ‘Tüm darbeler meclisleri kapatır. Bugün Meclis kapalı, açılmasını talep edelim, gidelim sahip çıkalım’. Dün Sayın İsmail Kahraman’ın hatırlattığı üzere biz Meclis’in açılmasını teklif edenler, Sayın İsmail Kahraman da Meclis’i açan kişi olarak burada buluştuk. Meclis’e ilk koşan üç milletvekili Bülent Tezcan, İdare Amirimiz, Tufan Köse Çorum Milletvekilimiz. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu. Çok geç ve güç olarak İstanbul’a indiğinde ona ulaştığımızda onun talimatlarıyla, darbeye karşı en net tavrı takınan grup bizdik. O gün iktidarı ve muhalefetiyle doğru bir sınav verildi. Biz o gün 100 yıllık parti olduğumuzu, yendiğimizi yenildiğimizi ama asla darbelerden medet ummadığımızı, yapılacak seçimlerde millet başka görev verene kadar ana muhalefet olduğumuzu, seçilmiş parlamento ve demokrasinin arkasında olduğumuzu net şekilde ifade ettik. Bülent Tezcan ‘Vakit demokrasiye sahip çıkma vaktidir. Tankların üzerine çıkma vaktidir’ dedi CNN’nin canlı yayınına bağlanarak. Levent Gök, Tekin Bingöl, ayrı ayrı o günkü yönetici sıfatlarıyla darbeye direnme çağrısı yaptılar. O gün orada bulunan tüm milletvekillerimiz ve illerindeki tüm milletvekillerimiz demokrasiye sahip çıktı. Meclis’e sahip çıktı. Halk iradesine sahip çıktı. Çünkü biliriz ki bu ülkede biri tek adam alacaktıysa, bütün yetkileri kullanacaktıysa, onu hak edebilecek, mazur görülebilecek tek kişi vardı, yedi ülkenin istilasındaki Anadolu’yu önce kurtuluşa ikna eden, sonra kendisi ölümü göze alıp, gazi olup kurtaran, sonra bu ülkeyi yeniden kuran Mustafa Kemal’e sordular. ‘Padişahlık mı, Yıldız Sarayı’ndan devam mı, yoksa krallığı mı ilan edeceksiniz ya da Amerikan tipi başkanlığı mı benimseyeceksiniz’? O kurtuluştan önce kurduğu Meclis’e 23 Nisan 1920 ruhuna atıfta bulundu ve o bu ülkeye tek adam rejimini değil bugün bütün aksaklıklarına, bütün saldırılara rağmen sahip çıkmaya çalıştığımız demokrasiyi getirdi. Halkın iradesini getirdi. Atatürk’ün, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tenezzül, tevessül etmediği hiçbir şeye bu ülkede hiç kimse tenezzül edemezdi. Bunun adı Fethullah Gülen de olsa fark etmez, tek adamlığa heveslenen kim olursa olsun fark etmez. Karşısındayız. Demokrasinin arkasındayız.”
“BU ÜLKENİN YÖNETİM SİSTEMİ, PARLAMENTER SİSTEMDİR”
“Şunu ifade etmek isterim ki, zaman zaman diyorlar. ‘CHP artık güçlendirilmiş parlamenter sistem demiyor mu’? Açık söyleyelim. Her konuda bu ülkeyi nasıl yöneteceğimizi, işçiler, emekçiler, gazeteciler için, basın özgürlüğü için, insanların haber alma özgürlüğü için en üst düzeyde demokratik standartlarda hak arama mücadelelerine destek vermek için, tarım politikaları için, milli eğitim politikaları için, dış politika, savunma sanayi için bu partinin önerileri vardır. Bu ülkeyi nasıl yöneteceğini hem kademe kademe önümüzdeki seçime doğru tüm şeffaflığı ile vurgulayacaktır. Bu ülkenin yönetim sistemi için de CHP’nin vazgeçmediği tercihi güçlü bir parlamento, parlamenter sistemdir. Bundan kimsenin şüphesiz olmasın.”
“SEN DEVLETİN POLİSİ OLMAYI YANLIŞ ANLAMIŞSIN”
“15 Temmuz’da hiç asılmayan binalara Atatürk resimlerini asanlar, hata yaptık diyenler, sadakate baktık, liyakati unuttuk diyenlerin şimdi aynı hataları tekrarlamaya başladığı bir süreçteyiz. O yüzden, iyi yetişmiş, liyakatli kadroların ve kesinlikle sadakatin millete ve devlete olan birtakım tarikat, cemaatlere değil, partilere, kişilere değil devlete olan sadakatin öneminin altını çiziyorum. Dün gördüğüm bir şaşkına da şunu söylüyorum ki, sen devletin polisi olmayı yanlış anlamışsın. Yanlış devletin eline sarılmışsın. Bir siyasiye saygı gösterilmesi eyvallah. O siyasinin bunu nasıl karşıladığı, neye ne kadar izin verdiği kendi tercihidir. Biz bunlara saygılı oluruz. Ama bu devletten maaş alan, bu milletin tamamı için görev yapması gereken, üzerinde üniforması ve yetkisiyle olan birilerinin bu ülkede siyasetin küçük bir kısmının temsiline eğilmesini, el etek öpmesini kabul etmiyoruz. Nokta. Bundan sonraki süreçte herkes devleti yöneten devlet adamı gibi, devletin memuru devletin memuru gibi davranacak. Böyle basit konularla Türkiye gündemini işgal edecek işlere girişilmeyecek. Siyasiler üzerlerine düşen yükün farkında olacaklar. Ben bir devlet memurunun, bir siyasi liderin eline sarılmasında, muhatap hangimiz olursa olsun o devlet memuruna üstlendiği vazifenin gereğini hatırlatmayı gerekli bulurum. Onun dışında çok kutsadığınız ve esasen saygıda ve bağlılıkta bizden çok geride olduğunuz bu devletin dibine dinamit koymaktır. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Polis hepimizin polisidir, asker hepimizin askeridir, Türkiye Cumhuriyeti hepimizindir. Kimsenin tapulu malı değildir.”
“ADALET ARAYIŞININ ÖNÜNDE ENGEL OLANLARDAN DEĞİL AİLELERİN YANINDA ADALETİ ARAYANLARDAN OLACAĞIZ”
“Gelelim hafta sonu yaşadıklarımıza ve bir daha yaşamak istemediklerimize. İzmir Konak, görüntülere hiçbirimizin kalbinin dayanamadığı, izlemeye katlanamadığımız akıl almaz bir ihmal sonucunda gencecik iki evladımızı, kardeşimizi kaybettik. Birisi Özge Ceren Deniz. Babası Ahmet Abi’yle uzun konuştum. 3 kızın en büyüğü. Bir başka tıp fakültesinde okurken, daha iyi bir okulda okumak, daha iyi şartlarda okumak için İzmir’e yatay geçiş yapan ve sudan geçerken, yağmur suyundan geçerken elektrik akımına kapılan Özge Ceren Deniz’in babası. O düşünce onu kaldırmaya koşan, yine gencecik 44 yaşında İnanç Öktemay, abisi Gökhan Bey ile konuştum. İki erkek kardeşten biri. Yüreğinin yarısını kaybeden Gökhan Bey’le. Yüreğimize su serpen şey, CHP’nin ‘Bu işin siyaseti olmaz, ucu nereye giderse gitsin soruşturulacak’ demesidir. Bu ülkede ihmaller, ölenin kimliğine göre ya da sorumluluğu olanın pozisyonuna göre değerlendirildikçe bu işler tekrarlanacak. Biz pozisyonumuzu tekrar söylüyoruz. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’na talimatımız şu oldu, ilk dakika. ‘Sorumlu kimse, belediye personeliyse belediye, dağıtım şirketiyse dağıtım şirketi. Savcılarla tam bir işbirliği içinde, bu mesele nasıl olmuş, olmaması için ne gerekirdi, bundan sonrası için ne lazım, sorumluların saptanması, cezaların çekilmesi, üstümüze düşen ne varsa yapılmasında kati bir tutum içinde olacağız’ dedik. Bu özgüvenle, inançla, yaklaşımla meseleyi takip ediyoruz. İki aile böyle olsun, adalete kavuşulsun, başka canlar yanmasın diyorlar. Ben bir kez daha hem Özge Ceren Deniz evladımızın, kardeşimizin, hem de yere düşen bir kadını kurtarmak için hayatını veren İnanç Öktemay’ın aziz hatıralarının önünde saygı ile eğiliyorum. Bu konuda kusuru olan kim varsa cezalandırılacak. Adalet arayışının önünde engel olanlardan değil ailelerin yanında adaleti arayanlardan olacağız. CHP Genel Başkanı olarak söz veriyorum. Hepinizin önünde söz veriyorum. Bu mesele ile ilgili sayın grup başkanvekillerimiz dün bir çalışma yaptılar ve bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını istediler. Tüm yönleri ile bu meseleye bakılması için. Bu hafta içinde gündeme gelecek. İşin pek çok boyutu var. Elektrik özelleştirmesi, denetimsiz elektrik şirketleri, belediyelerle şirketlerin koordinasyon kurma noktasında ortaya çıkan sorunlar, daha fazlası. Bunun için hep birlikte çalışacağız. Buradan bir kaza olunca ‘Aman ucu bize dokunacaksa’ diye her şeye hayır diyenlere hadi diyorum. AKP, MHP, belki de ucu bize dokunacak. Belki de ucu bizim belediyeye dokunacak. Kaldırın elleri, engelleyelim ölümleri. Kurun şu komisyonu.”
“ÖLÜMÜN BU KADAR KOLAY OLDUĞU BİR BAŞKA ÜLKE YOK”
“Bir yandan şu adaletsizliğe söyleyecek bir çift sözümüz var tabi. Memleket dünyanın en tuhaf ölümlerinin ülkesidir. Ölümlü iş kazalarında sayı olarak dünya birincisi, gerimizde ne Eritre var, ne Fas, ne Çad, Sudan, Mozambik, ne başka bir yer. Birinciyiz. 100 bin kişiye düşen iş kazasında ölümde Malezya’dan sonra ikinciyiz. Böyle bir ülke. Dünyanın hiçbir ülkesinde hayat bu kadar ucuz, ölüm bu kadar kolay değil. Yazın serinlemek için, kışın ısınmak için ölmüyor kimse. Trafikte, sokakta, kaldırımda, balkonda ölüm kol geziyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde 21’inci yüzyılda soba gazından insanlar zehirlenerek ölmüyorlar. Yılda 800 kişinin boğularak öldüğü başka bir ülke yok. Şofbenden sızan gazla ya da sahte alkolden dolayı yılda 500 kişinin öldüğü bir ülkede bu durumu izah etmek mümkün değil. Dünyanın hiçbir ülkesinde Erzurum Aşkale’deki gibi elektrik arızasına giden beş işçi deniz bisikletinde, Aşkale’deki göletin ortasında güpegündüz donarak ölmüyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde minibüste viyadükte insanlar boğulmuyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde bungalovlarda, sel basınca pikniğe giden aileler, baraj kapağı açılınca Siirt’teki gibi piknik yapan küçük çocuklar boğulmuyor. Hayatın bu kadar ucuz olduğu, ölümün bu kadar kolay olduğu bir başka ülke yok. Hal böyleyken, son elim olay İzmir’de olunca, rahmetli İnanç’ın ‘Bir ülkeyi tanımak için o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın’ paylaşımı, 2014 yılında Berkin Elvan’ın öldüğü 2014 yılında, Gezi’deki arkadaşlarımızın öldüğü 2014 yılında, Soma faciasında 301 kişinin öldüğü 2014 yılında, ‘Bir şehirde insanlar nasıl ölüyor bakın, o şehir nasıl yönetiliyor anlayın’ diye paylaşanlara, İstanbul Torunlar’da 10 kişi asansörde ölürken yapmadığı tespiti, Aşkale’de, Ermenek’te, Çorlu tren kazasında, Hendek’te, Afyon cephanelikte yapmadığı tespiti, iş İzmir olunca yapmaya kalkanlara şunu söylüyorum: Bu kadar ölümden ülkeyi son 22 yıldır yönetenler üstüne bir şey almıyorsa, CHP payına düşeni, Meclis üstüne düşen görevi üstlenmeye hazırdır. Kuralım komisyonu, bundan sonra Türkiye’de iş kazaları ve böyle ölümler olmasın diye ne gerekiyorsa hep beraber yapalım. Çağırım bu parlamentonun vicdan sahibi tüm milletvekillerinedir. Ben biliyorum ki, onların vicdanı ne diyecek, gelen talimat ne diyecek bilmem ama onları buraya yollayan 84 milyonun vicdanı bu ölümleri kaldırmıyor. Hiçbirimizinki kaldırmıyor arkadaşlar.”
“ESAS SORUN, KAMU YARARINI İLGİLENDİREN KONULARDA LÜZUMSUZ ÖZELLEŞTİRME FURYASIDIR”
“Elektrik dağıtım meselesini enine boyuna konuşmak lazım. Maalesef, siyaset ya da sivil toplum mücadelesi bir spor müsabakası olsa haklı çıkmak puan getirir. Haksız çıkmak, çelişkiye düşmek puan kaybettirir. Maalesef, bu memlekette bunu kaybettik. Elektrik Mühendisleri Odası 2010-2013 arası 21 bölgeye ayrılarak, Türkiye’de bütün elektrik dağıtımı özelleşirken ne raporlar yazdı. EMO başvurdu Danıştay’a reddedildi. Ne mücadeleler verdi. Şu Meclis’in tutanaklarına bir dönün. 2010-2013 arası. 23-24’üncü dönem milletvekilleri neler anlatmış, neler söylemişiz. Demişiz ki ‘Elektrik özelleşirse sadece ticari kaygılar öne çıkar. Parayı alır, yatırım yapmaz. Bakım yapmaz. Arızaya kamu gibi koşmaz. İnsanların güvenliğini baş kaygısı yapmaz’ demişiz. EMO demiş dinlememişler, biz demişiz dinlememişler. Bugün o özelleştirilen elektrik, 500 bin nüfuslu Isparta’yı geçtiğimiz kış soğuğa, elektriksizliğe mahkûm etti. Yapılan bütün çalışmaların sonunda EPDK’nın raporunda suçlu elektrik dağıtım şirketi bulundu. Tazminata mahkûm oldu. 70 yaşında amcamız soğuktan öldü. Ama değişen bir şey olmadı. Bugün özelleştirdikleri DEDAŞ Şanlıurfa’yı yazın ortasında susuz da bırakıyor, sıcak da bırakıyor. Yine tarlada ürünü sulanmazsa yanacak olan çiftçinin Temmuz ayı ortasında elektriğini kesiyorlar. Beklemiyor ki Eylül olsun, hasat olsun. Ürün gitsin, satılsın, borç ödensin. Devlet baba, devlet ana bekler. Ama bu şirketler beklemiyor. Para yönünden sıkıntı. Hizmet yönünden, can tehlikesi yönünden sıkıntı. Maalesef, ‘Elektrik özelleştirilmez’ diyenleri hain ilan edenler, ‘İşine bak’ diyenler, odasının imza yetkilerini alanlar, şimdi oturmuşlar bu meselede başka sorumlu arıyorlar. Esas sorunun kendisi, olur olmaz tüm alanlarda, stratejik konularda, halk sağlığını ilgilendiren konularda, kamu yararını ilgilendiren konularda, güvenlikle ilgili konularda lüzumsuz özelleştirme furyasıdır. Bir yandan altın yumurtlayan tavuğu kesiyorlar. Bir yandan hepimizin evlatlarının geleceğini ve hepimizin güvenliğini tehlikeye atıyorlar. Bu konuyu çok ayrıntılı olarak araştırmak gerekiyor. Bu konunun üzerine hepimizin gitmesi gerekiyor.”
“İĞNEADA DAVASININ MAĞDURLARININ SONUNA KADAR ARKASINDAYIZ”
“Biraz önce bir cümle ile söyledim. Tuhaf ölümlerden, utanç verici ölümlerden bir tanesi de Kırklareli’nin İğneada beldesindedir. İğneada Sisli Vadi’de bungalov evler vardır. Bu bungalov evlerde kalmaya giden yurttaşlarımız, küçücük kız çocukları, altı vatandaşımız sel geldi, boğularak öldüler. Aileler sesini duyurmak için bize geldiler. Milletvekillerimiz takip ediyor ama 10 aydır bir hukuk mücadelesi var. Tesisin kaçak olduğu, ruhsatsız inşa edildiği, yıkım kararı olduğu, ama uygulanmadığı öğrenildi. Tesis için il encümenin yıkım kararı var ama Kırklareli’nin o günün valisi Osman Bilgin, tuhaf ilişkiler içinde bu işi durduruyor. İl özel idare genel sekreteri görevini yapmıyor. İmar müdürü görevini yapmıyor. Bunlar kamu görevlisi ama yargılanmalarına izin verilmiyor. Valiyi önce Şırnak, sonra merkeze çekenler, öbürünü kızak görevde tutanlar, geçen Cumartesi, Pazar neler konuşanlar bu kadar açık bir ihmali tutup da yargılanmalarına, soruşturmalarına, kovuşturmalarına engel oluyorlar. Bilirkişi raporu var. Bahsettiğim üç ismin sorumluluğuna vurgu yapıyor. Kanun gerektirdiği üzere tesis yıkılmış olsaydı, işletmesine izin verilmemiş olsaydı, soruşturmaya konu olay yaşanmamış olacaktı yazmış bilirkişi. Buna rağmen bu yargılama iznini vermiyorlar. Biz bu davayı takip ediyoruz. 25 Temmuz’da ailelerin yanında olacak milletvekillerimiz ve sorumluların cezalandırılması, kamu görevlilerinin de yargılanması için ne gerekiyorsa yapacağız. İğneada davasının ve davanın mağdurlarının sonuna kadar arkasındayız.”
“370 KİŞİNİN YAŞAMINI KAYBETTİĞİ EVLERİ YAPANLAR, DEPREM KONUTU İNŞASI YAPIYOR”
“Maalesef, bir başka mağduriyet deprem bölgesindeki adalet mücadelesi. Her seferinde dile getiriyorum. Memnun olduğumuz bir konu var ki burada kalkan, kaldırılan apartman isimleri ile anılan davalarda biz neyin üstüne gidersek, aileler istediği için, belli ilerlemeler kaydediliyor. Bugün de Hatay’daki altı bloktan oluşan, Birinci Kısım Emlak Bank Evleri’nin mağdurları, hayatını kaybedenlerin yakınları burada. Bu evler, depremin 10’uncu saniyesinde çöktü. Altı blok birden. 370 kişi yaşamını kaybetti. 10 saniyede 370 kişi yaşamını kaybetti. Bu evleri yapan Mehmet Özat kaçtı, ailelerin yer bildirmesi, mücadelesi ile Ankara’da yakalandı. Ortaklardan biri Mehmet Özat, şu anda tutuklu geri kalan şirketin ortakları, bu apartmanlar yapılırken, bu altı blok yapılırken, ortak olan kişilerden bir başka Mehmet var. Mehmet İhsan, nerede? Cezaevinde, mahkemede değil. Dosyaya taraf ama yargılanıyor değil. Çünkü ev yapılırken ortakmış, sonradan şirketten ayrılmış. Peki, şimdi nerede? Nerede biliyor musunuz? Hatay’da işinin başında. Ne yapıyor? Emlak Bank Evleri’nin ortağı Mehmet İhsan Aydeğer. Depremden sonra bin 200 deprem konutunun yapım ihalesine girmiş, almış. Toplam bedeli 3, 7 milyar lira ile şu anda kendi yapıp, yıkılan evlerindeki insanlara verilecek konutlar için 3,7 milyar lirayı cebine koymuş. Deprem konutu inşası yapıyor. Yazıklar olsun bu düzene. Adaleti sağlamayanlar. Bu adamlara da bu imkânları sağlayanlara.”
“DEVLET SÖZLERİNİN TUTULMASINA, TUTULMAYAN SÖZLERDEN DE HESAP SORULMASINA İHTİYAÇ VAR”
“Hafta sonu çiçeği burnunda Çevre ve Şehircilik Bakanı, bumerang gibi. Millet atıyor. Geri geliyor. Millet atıyor geri geliyor. İstanbul’a gitti, geldi. Bumerang bakan. Çıktı. İnanılmaz açıklamalarda bulundu. Erdoğan demişti ki ‘Bir yılda 650 bin konut yapacağız’. 1,5 yılda 76 bin konut yaptılar. Bir yılda 650 bin konut sözüne karşı 1,5 yılda 76 bin. Şimdi çıkmış, diyor ki ‘2025 sonu’. Yani ne oluyor? 2026 Ocak. Yani depremden 3 yıl sonra ‘Bütün konutlar bitecek’ diyor. Hanginize inanacağız? Seni atayan dolma kalemin sahibi ‘Bir yıl sonra evler olacak. Oyu bana verin’ dedi. İnsanlar onun bu sözüne güvendi, ona yetkiyi verdi. O yetkiyle o seni atadı. Sen diyorsun ki ‘3 yıl bitince evler bitecek’. 3 yıl diyor yani daha 1,5 yıl konteyner, çadır, soğuk, güneş. 1,5 yıl toz, toprak. Olursa. İşi bilenler de diyor ki o gün de demiştik diyorlar. Bu iş 6-7 yıl sürer bu sistemle. Bugün de söylüyorlar bu iş daha 5 yıl sürer bu gidişle. Ama sözlerin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Ama birazcık devletin ciddiyet göstermesine, devlet sözlerinin tutulmasına, tutulmayan sözlerden de hesap sorulmasına ihtiyaç var. Benim sözüm Bakan’a, onu atayana değil. Onlar sözü tutmuyorlar ama söz tutmayandan hesap sormak bu milletin hakkıdır. Onu eninde sonunda önüne gelen ilk sandıkta yapacaktır. Buna hiç şüphemiz yok.”
“O KÜSTAH ALİ RIZA YILDIRIM’A DİYORUM. YA İŞÇİLERİN HAKKINI VERİRSİN, YA GELİR ALNINI KARIŞLARIZ”
“CHP grubu, nerede bir sorun varsa koşuyor ve gidiyor. Elazığ’dan çağrıldık. Elazığ Eti Krom işçileri, emekçileri ‘Yetiş CHP’ dedi. Deniz Yavuzyılmaz, İlhami Özcan Aygun, Cevdet Akay ve ilin milletvekili Gürsel Erol bu hafta sonu onlarla birliktelerdi. Mevzu şu, bir patron var. Devletten ihale ile krom madenini almış. Anayasa’ya göre madenler bizim. En son 70’lerin sonunda rahmetli Deniz Baykal kamulaştırdı ve Anayasa’da yazıyor. Madenler bizim. Bunlara işletme hakkı veriyorlar ki Anayasa’nın arkasında dolaşmaktır. Madeni aldın mı işletilecek bir şey kalmıyorsa onun hakkı, işletme hakkı olamaz. Bu şirket 60 dolara krom çıkarıyor. Bin dolara bu kromu yurtdışında satıyor. Bu şirketin Türkiye’de dünya kadar şirketi, dünya kadar gemisi, Türkiye’yi bırakın dünyanın birçok yerinde satın aldığı limanları var. Bu şirketin çalışanları Temmuz ayı gelince enflasyon zammı istediler, ara zam. Bir de ‘Maaş alıyoruz, maaşımızın yattı banka ile patron anlaşıyor, bize vermiyor promosyonları, promosyon hakkımızı istiyoruz’ dediler. Eylem yaptılar. 60 dolara hepimizin kromunu alıp, bin dolara satıp zenginleşen Ali Rıza Yıldırım. İzlemişsinizdir, işçileri azarlıyor. Diyor ki ‘İşimin yüzde 15’u bu’ diyor. ‘Kapatırım. Aç kalırsın sen’ diyor, işçileri tehdit ediyor. Sen kimin malını kapatıyorsun? Kimin madenini kapatıyorsun? Sen kimsin, seni kim şımarttı böyle? Elektrikteki özelleştirme gibi çarpık bir özelleştirme, kendi madeni babasının malı sanıyor. Kapatırmış, onları aç bırakırmış. Yarın görüşme var. Arkadaşlarımız sağladı. O küstah Ali Rıza Yıldırım’a diyorum. Ya işçilerin hakkını verirsin, ya gelir alnını karışlarız. Alnını karışlarız.”
“GEZİ BİZİZ KARDEŞİM. HEPİMİZ GEZİ’DEYDİK”
“Bugün enteresan bir konuyu sizlerle konuşmak isterim. Konu tabii büyük bir hukuk katliamı. Kuvvetler ayrılığının ayaklar altına alınması. Tek adam rejiminin ve onun yarattığı tuhaf dengeler ülkesinde, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına rağmen alt düzey mahkemelerin uymaması, kafa tutması, Yargıtay’ın onun arkasında durması. AKP’deki bazılarının bundan rahatsız olması. Bazılarının arkasında durmasıyla korkunç bir durumla karşı karşıyayız. Gezi davasından 5 kişi içeride. 5 kardeşimiz. 5 yoldaşımız içeride. Hepimizin yerine yatıyorlar. Çünkü bir kez daha söylüyorum. Hiç utanmadan, sıkılmadan, çekinmeden. Gezi biziz kardeşim. Hepimiz Gezi’deydik, Gezi bizim onurumuzdur. Sen Taksim’deki tek yeşil alandaki ağaçları keseceksin. 31 Mart meselesine kendince atıf yapmak için, rövanş yapmak için oraya Topçu Kışlası dikmeye niyetleneceksin. Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkıp AVM yapmaya kalkacaksın. İnsanlar gelecek ağacına sahip çıkacak. Sen bunlara karşı önce duracaksın, müzakerelerde karşı tarafın yapıcı tutumu kayıtlara geçecek. Ne ülkeye gelme diyen var, ne hükümet istifa etsin diyen var. ‘Ağaçları kesmeyin, AKM’yi yıkmayın. AVM yapmayın. Topçu Kışlası yapmayın’ diyorlar. Orada orantısız güç kullanımı ile FETÖ’cülerin tertipleri ile çadırları yakacaksın, olmadık kaba kuvvete başvuracaksın. Sonra işin üstünden yıllar geçince iki kere beraat etmiş insanları üçüncü kez yargılayıp mahkeme kararlarına rağmen içeride tutacaksın.”
“HER GEÇEN GÜN KENDİ KARARINA KAFA TUTAN BİRİLERİNE KARŞI SİNEN, PISAN BİR ANAYASA MAHKEMESİ VAR”
“Bunlardan biri Can Atalay. 14 Mayıs’ta Hatay milletvekili seçildi, hepimiz gibi. Millet dedi ‘Git görev yap’. Yemin töreninde kürsüye davet edildi Sayın Bahçeli tarafından. Hepimiz gibi. Milletin vekillerinin en yaşlısı olması sıfatıyla Meclis Başkanı çağırdı, gel yemin et. Hepimiz gibi. Salmadılar gelsin. Bütün milletvekilleri oylama yaptık, komisyonları seçerken, oybirliği ile Can Atalay seçildi, insan hakları komisyonuna, hepimiz gibi. Kapıyı kapalı tuttular, ‘Salmayız’ dediler. Millet git diyor, salmıyorlar. Devlet Bey yemin et diyor, ettirmiyorlar. Meclis komisyona seçiyor, kabul etmiyorlar. Yani millete, Meclis’e direniyor birileri. Ardından mahkemeye başvuruyor, 13 Temmuz’da. Yargıtay tahliye başvurusunu reddediyor. Anayasa Mahkemesi 25 Ekim’de hak ihlali diyor. Hemen salmalısınız. 8 Kasım’da Yargıtay 13’üncü Ceza Dairesi bu işlemi yok sayıyor. 21 Aralık’ta Anayasa Mahkemesi ikinci kez hak ihlali kararı veriyor. Yargıtay 3’üncü Ceza 3 Ocak’ta bir daha direniyor. 30 Ocak’ta maalesef ‘Elimden geleni yapacağım, bu sorunu birkaç ay içinde çözeceğim, şu yaz geçsin Can Bey 1 Ekim’de gelir’ diyen hem Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, hem AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, hem çok sayıda AKP’linin hem kendi partisinin hem bizlerin olduğu toplantılardaki tüm sözlerine rağmen bırakılmıyor. Bunun üzerine 30 Ocak günü böyle söyleyenler, hiç sıkılmadan kararı okutup, Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürüyorlar. Anayasa birçok yerde, birçok maddede yasaklar müeyyide koymaz, emreder, süre tayin etmez, 85’inci madde öyle bir madde değil. Dört dörtlük yazılmış. Eğer senin milletvekilliğin düşerse diyor. 7 gün süren var. Anayasa Mahkemesi’ne başvur. 15 gün süresi var, karar verecek diyor. Can Atalay için Anayasa Mahkemesi’ne süresi dahilinde başvuruldu. Mahkeme süresi dahilinde karar verdi. Hepimiz biliyoruz ki o yüzden birileri çıldırıyor ki mahkeme dedi ki ben buna nasıl bakayım? Yapılan işlem tümüyle usulsüz. Yok hükmünde. Can Atalay milletvekili ve düşmedi. Böyle bir işlem yapamazsınız. O gün bugün gerekçeli karar bekleniyor. Birileri gerekçeli kararı yazmıyor ya da birileri yazdırtmıyor. Bu karar daha ne kadar bekleyebilir biliyorum. Anayasa Mahkemesi’ni yıpratmak değil niyetim ama her geçen gün kendini yıpratan, kendini tüketen, her geçen gün kendi kararına kafa tutan birilerine karşı sinen, pısan bir Anayasa Mahkemesi var. Anayasa Mahkemesi’nin üyelerine sesleniyorum. Sizi kimin atadığından bağımsız. Sizinle ilgili yapılan tüm değerlendirmelerden bağımsız. Vicdanınızla bir karar verin. O verdiğiniz kararı da yazın yollayın millet okusun. Bu rezillik sona ersin. Bu çağrım Anayasa Mahkemesi’ne tüm milletimiz adınadır.”
“GEZİ DAVASINI İNADINA SÜRDÜRMEK TUĞRUL BEY’İN DEDİĞİ GİBİ NE MİLLİYETÇİLİĞE SIĞAR, NE VATANSEVERLİĞE SIĞAR”
“Tayfun Kahraman. Partimizin de üyesi olan, Gazi Parkı sürecinin en barışçıl, en ara bulucu, en doğru tutumunu sergileyen kişisidir. Evladı Vera’dan ayrı boşu boşuna içeride yatmaktadır. Mine Özerden FETÖ’cülerin iddiasıyla, Kavala’nın talimatıyla açtığı, milyon dolarla ile Gezi’ye destek sağladığı hesaplarının hiçbirisine bugüne kadar kimse ulaşamamıştır. Öyle bir hesap açıldığını kimse ispatlayamamıştır. Ama içeride yatmaktadır. Çiğdem Mater. Gezi’nin filmini, belgeselini çekmek için Almanya’dan Türkiye’ye gelmiştir. Çekemeden Gezi bitmiştir. Ortada belgesel yoktur ama Youtube’da altı tane Gezi belgeseli mevcuttur. Hiçbiri girmesin, çekebilenler dışarıdadır, çekemeyen Çiğdem Mater içeridedir. Son olarak 7 yılı geçen süredir içeride yatan Osman Kavala ile ilgili bugün Tuğrul Türkeş bir açıklama yaptı. Tuğrul Türkeş kimdir? Alparslan Türkeş’in yani bugün milliyetçi hareketten gelen herkesi ‘Başbuğ’ dediği, saydığı, MHP’nin kök aldığı partinin kurucusu Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde Türk heyetinin başkanıdır. Ziyaretimde bana şunu demiştir. ‘Kavala orada tutuklu. Biz bu odada hapisiz. Biz Türkiye yararına çalışmak istedikçe karşımıza bu dava gelmektedir. Çünkü Strazburg’daki bir başka binada alınan AİHM kararına bu konseyin 75 yıl önceki kurucu ülkelerinden Türkiye uymadıkça her zaman bu duvara tosluyoruz. Saat sorsalar Kavala çıkmadan ne saat soruyorsun diyorlar. Yemek yesek deseler, Kavala’yı çıkarın yiyelim diyorlar’. Ayşe Buğra, eşi de Ayşe Hoca üzülüyor. Sanki bütün dünya iddiada olduğu gibi Kavala’yı destekleyen dış güçler var. Meselenin özü bu insanların hiçbiri ve pek çoğu Kavala’yı tanımaz ama sembol davadır. AİHM kararlarına uymayı bu Anayasa’da taahhüt ediyoruz. Buna uygun seçilen milletvekili de buna uygun atanan hakim de buna uygun seçilen Cumhurbaşkanı da bu Anayasa’ya uymak ve kararlara saygı duymak zorundadır. Ama yapmıyorlar. Tuğrul Bey emek verdi. Kanun yararına bozma için gayret etti. Dünya kadar çaba sarf etti ve olmadı. Bugün açıklama yapmış. Diyor ki ‘Kavala’yı ziyaret edeceğim’. Hangi Kavala’yı? Biz söyleyince ‘Vatan hainlerinin adını anıyorsunuz’ dedikleri Kavala’yı. Bizler söyleyince ‘O ajandır, CHP ajanları savunuyor’ dedikleri Kavala’yı Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş. Bu Parlamento’nun aktif milletvekili Tuğrul Türkeş. Avrupa Konseyi’nde bizi temsil eden delegasyonun başkanı Tuğrul Türkeş. ‘Ziyaret edeceğim’ diyor. Diyor ki ‘Gerçek milliyetçilik bunu gerektirir’. Çünkü bu ülkenin ne büyük zararlar gördüğünü görüyor. Şimdi bu Tuğrul Türkeş’e bakalım MHP ne diyecek? 7 Haziran-1 Kasım arası Tuğrul Bey’e Tayyip Bey bakanlık teklif edince, Tuğrul Bey kabul etmiş. MHP’den ihraç edilmiş. Babasının kabrine gittiğinde Tuğrul Bey ayrılınca kabri Devlet Bahçeli tarafından gül suyu ile yıkatılmıştı. O parti Tuğrul Bey’e kızan o parti, 1,5 yıl sonra AKP’nin kayıtsız, şartsız destekçisi, Türkiye’de yaşanan bütün süreçlerin ortakçısı, bu meselenin de müsebbibi haline geldi. Tuğrul Bey, babasının kabrini gidip de kirletiyor diye gül suyu dökenler. Topyekûn koşup AKP’nin arkasına dizildiler. Şimdi Tuğrul Bey bunu söyleyince bakalım ne tarafta nasıl pozisyon alacaklar? Ama Gezi davasını inadına sürdürmek, bu insanları inadına içeride tutmak Tuğrul Bey’in dediği gibi ne milliyetçiliğe sığar, ne vatanseverliğe sığar, bu işte ne de Türkiye’nin menfaati var. Akılları almıyor ama kendilerinin de menfaati yok. Biz haklının yanında durmaya, doğruya doğru demeye, mazlumu sahiplenmeye, zulmedene de karşısında dimdik dikilmeye devam edeceğiz. Pozisyonumuz budur.”
“ÖLÜM VE İNFAZ YASASINA GRUBUMUZ SONUNA KADAR DİRENİŞ GÖSTERECEK”
“Büyük bir insan hakları dramından, bir hayvan hakları meselesine, bir büyük tansiyona, bir büyük tehlikeye değinerek devam etmek isterim. Uzun süredir ülke gündemindeydi, 17 maddelik kanunu getirdiler, Meclis’e koydular. Bu 17 maddelik kanun güya hayvan hakları kanunu. Önce şunu söyleyelim. Evet. Türkiye’de başıboş köpek sorunu var. Bu sorun maalesef sabah erken saatlerde okuluna giden çocuklara, servisine giden işçilere, namaza giden yaşlılara karşı önemli bir sorun ve çözülsün istiyoruz. Ama bunun çözümü için insancıl, akılcı, bilimsel yöntemlerin uygulanması gerekirken, verilen kanun teklifi muğlak ifadelerle öldürmeyi meşrulaştıran, çözümü tamamen belediyelerde uygulayıcıların inisiyatifine bırakan, 2024 yılındayız 2028 sonuna kadar barınak meselesini, sorumlulukları bu konuda erteleyen, bakımı ve açma zorunluluğunu 2028’e kadar erteleyen, yani kaş yapayım derken göz çıkaran, havyan hakları derken, hayvanların en birincil hakkı olan yaşam hakkını tehdit eden bir ölüm yasasını getirdiler. Barınak için neden 2028? Belediyelerde para yok. Oysa altına imza atmıştık. Yıl 2020. Hayvan hakları raporu. Raporun ilgili sayfasında diyor ki ‘Hayvan hakları fonu kurulmalı. Yaygın ve etkin kısırlaştırma ile barınak hizmetleri bu fondan karşılanmalı’. Fon parayı nereden alacak? At yarışı, milli piyango ve bazı vergilerin çok küçük bir kısmı. Bugün milli piyangodan, çekilişlerden, sayısız şans oyunlarından, at yarışlarından yapılacak küçük kesintilerle, vergilerden yapılacak küçük aktarmalarla sorun tamamen çözülebilecekken sorun tamamen ortada bırakılıyor. Birinci hedefe, açıkça yazmış. Fiziki engelli hayvanlar. Bir ayağı olmayan Mira köpek gibi. Sayın Emine Hanım ile Tayyip Bey’in sahiplendiği engelli köpek Leblebi gibi köpekleri alacaklar, ötenazi ile zehirleme, uyutma ile hayatlarına son verecekler. Öyle bir şey yapacaklar ki hayvan yabani hayvanlar ile şehir yaşamı arasındaki en önemli bariyeri kaldırıp, kuduzun insanlar için tehdit olmasına sebebiyet verecekler. Aradaki kuduz aşılı köpeklerin kurduğu bariyeri şehirler ile yaban hayatı arasında ortadan kaldıracaklar. Dedikleri fiyatlara asla ve asla yapamayacakları için çamaşır suyu ile öldürme gibi saatler süren acılı ve utanç verici bir süreci başlatacaklar. Hangi görüşten olursa olsun hepimizin bunu -Sayın Erdoğan’a da söyledim-, hepimizin evlatları, torunları hayvan hakları meselesine iyi ki de öyleler hepimizden duyarlılar. Siz onların gözünün önünde milyonlarca köpeği hatta sınırlamıyor kediyi katlettiğinizde katlettirdiğinizde, öldürttüğünüzde bir kuşakta hiçbirimizi affetmeyecek bir travma yaratacaksınız. Bu memleket halen daha geçmişteki köpeklerin bir adada bağıra bağıra ölüme terk edildikleri ayıbı taşırken, hepimiz Osmanlı’yı geçmişte ziyaret edenlerin, gezginlerin yazdığı sokak köpekleri ile halkın ilişkisini öve öve bitiremedikleri Türk insanının hayvanseverliğini bir anda bırakıp şimdi bu katliama girişmeye kalkıyorlar. Biz CHP olarak bunun karşısındayız. Hayvanseverlere, AKP’nin, MHP’nin, İYİ Parti’nin, DEM Parti’nin de hangisi olursa olsun bütün partilere gönül vermişlerin de onların evlatlarına, gençlere de söylüyoruz. Bu hayvan hakları yasası diye getirilen ölüm ve infaz yasasına bu salonda bulunan grubumuz sonuna kadar bütün gücüyle tarihi bir direniş gösterecek. Söz veriyoruz.”
“ÜRETİCİMİZİ YABANCI ŞİRKETLERİN KÖLESİ YAPMAYIN, ULUSLARARASI KARTELLERİN İNSAFINA BIRAKMAYIN”
“En son ekonomik konular, asgari ücret ve emekli maşına değineceğim ama karşıdan Seyit Torun gözümün içine bakıp duruyor. Çiftçiler, milletin efendisi olan köylüler. Tarihin en zor günlerini geçiriyorlar. Birer birer taban fiyatlar açıklanıyor. Çaya fiyat verdiler, 17 lira. Maliyet 19 lira, beklenti 25 liraydı. Maliyetin altında kaldı çay. Erdoğan’ın hemşerileri Rize’de bağırıyordu. Trabzon, Ordu, Giresun’un destekleri ile Rize’de kolay kolay hiçbir siyasinin dolduramadığı meydanı çay fiyatından canı yananlar doldurdu. Miting yaptık. Ardından buğday fiyatı açıkladılar. Geçen sene 8 lira 25 kuruş. Bu sene 9 lira 25 kuruş. Maliyet 11 lira, beklenti 15 lirayken, Tekirdağ gitti. Tekirdağ’da Hayrabolu’da mitingimizi yaptık. Dolu altında. Koca bir meydan gün boyunca yağıp duran dolulara rağmen hakkını aradı. Şimdi fındık fiyatı açıklanacak. Sakarya’dan Trabzon’a kadar çok büyük bir coğrafyayı ilgilendiren, bütün milletvekillerimizin, Sakarya, Düzce, Bartın, Zonguldak, Ordu, Giresun, Trabzon’un bütün milletvekillerimizin büyük bir emek ve gayret ile iyi bir taban fiyat için çırpındıkları bir süreçteyiz. Fındığın dünya pazarındaki payı 130 milyar dolara ulaştı. Yüzde 70’ini biz üretiyoruz. Yani neredeyse 100 milyar dolar. Ama Türkiye bu işten sadece 2 milyar dolar kazanıyor. Yani 50’de biri bize. 50’e 49’u başkalarına kalıyor. Bir kere iki elimizi başımızın arasına alıp bir düşünmek lazım. 130 milyarlı fındık piyasası var. Bunun 100 milyarı bizde. Bize kalan 2 milyar. Esas adaletsizlik burada. Kötü yönetim, beceriksizlik burada. Ama benim memleketim Manisa’da bir fabrika var. Bu fındığın neredeyse tamamını alan, işleyen, bütün dünyaya satanlar. Şu kadarcık kavanozu dünya paraya satıyorlar. 50 liranın 49’nu onlar kazanıyor. 1 lirasını biraz önce saydığım illerdeki fındık üreticilerine bırakıyorlar. Şimdi fındık taban fiyatı açıklanacak. Ordu’daki ziraat odası başkanları bir kilo fındığın maliyetini 117 lira olarak belirlediler. 160 lira taban fiyat beklentisini ilan ettiler. Aslında bunun üzerinde beklentiler var ama ziraat odası başkanlarının ortak fiyatı 160 lira olduğu için biz de bu 160 lirayı sahipleniyoruz. Buradan bir kez daha söylüyoruz. Üreticimizi yabancı şirketlerin kölesi yapmayın. Uluslararası kartellerin insafına bırakmayın. Bu ürünün fiyatını biz belirleriz. Biz belirlersek onlar uyacaklar. Böyle düşük belirlerseniz geçen seneki gibi fındık üreticisini ezdirirsiniz. Geçen sene yanlış rekolte hesabı kasti olduğu değerlendiriliyor. 82 liradan fiyat açıklandı, mallar döküldü, alındı, rekolte beklendiği gibi yüksek değil. Hepimizin bildiği gibi düşük çıktı. Fiyat 100 oldu, 110 oldu. Millet fındığını sattığı ile kaldı geçen sene. Şimdi 160 liranın altında ilan edilen her fiyat dünyanın en zengin çikolata üreticisi kartellerini, o yabancı şirketi zengin edecek. Bizim üreticimizi perişan edecek. Bunun için testi kırılmadan uyarıyoruz. Fındığın fiyatını 160 liradan aşağı ilan etmeyin. Sakarya’dan Trabzon’a koca bir coğrafyayı mağdur etmeyin. Bu insanların kazandığı para ceplerinde tut diye, boğazlarından yut diye verilmiyor. Bu para o şehirlerin ekonomisine, esnafına, üreticisine, şehirlere can veriyor. 160 liralık fiyatı sahipleniyoruz. Buradan sesleniyoruz. Üreticinin hakkını verin. Sakarya, Düzce, Bartın, Giresun, Ordu, Zonguldak, Trabzon’un hakkını verin. Hakkımızı istiyoruz. Fazlasını değil.”
“22 YILDIR BU MİLLETİN ELİNDEN SOKAĞI ALDILAR, BU MİLLETİN GIRTLAĞINDAN SESİNİ ÇALDILAR”
“Gelelim son konuya ve bugünün en dokunaklı konusuna. Sadece son birkaç ayda akaryakıta yüzde 39 zam geldi, mobil haberleşmeye yüzde 65, cep telefonlarına. Köprü ve otoyolları yüzde 60, elektriğe yüzde 38, tren biletine yüzde 26. İğneden ipliğe her şeye zam geldi. Ama 1 Temmuz oldu bir tek asgari ücrete zam gelmedi. 17 bin liralık asgari ücret Ocak’taydı, bugün 17 bin Aralık’a kadar 17 bin diyorlar. Bugünkü 17 bin Ocak’taki 13 bin liranın alım gücünde. 4 bin lira eridi asgari ücret. Vergideki adaletsizlikten de ayrıca eriyor. Bu gidişle Aralık’a kadar zam yapılmazsa şu ana kadar eridiği kadarıysa 9 bin liraya düşecek, verildiği gündeki asgari ücret. Yani ‘Asgari ücrete zam yaptım’ diyenler, enflasyon canavarını üzerlerine saldıkları işçinin elindekini aldılar bitirdiler. Buna karşı Gebze’de müthiş bir asgari ücret, emek, emekçi mitingi yaptık. Orada emekli de vardı, mağdur olan herkes vardı. Sendikalar vardı. Seslerini yükselttiler, seslerini duyduk, seslerini duyurduk. Ama şu ana kadar asla ve asla bu konuda bir adım atmadılar. Geçtiğimiz hafta elektriklerin yakılıp söndürülmesini, tepki gösterilmesini istedik. 3 gün sürdürdüğümüz eyleme Türkiye’nin dört bir yanından katılımlar oldu. Ama bazıları döndüler, ‘Yeterince ışık yanmıyor, yeterince sahip çıkan yok’. Ne demek istiyorsun? Yani Türkiye’de geçim zorluğu yok mu demek istiyorsun? Veya sen onu eleştirdiğin köşe yazarı, onu söyleyen gazeteci arkadaş, onu konuşan stüdyo… Sen vakti geldiğinde ‘Hadi açın kapayın elektrikleri, hep birlikte olalım, sesimizi duyuralım’ dedin mi? Yoksa dönüp milletin gözünün içine bakıp, ‘Efendim millet zaten tepki göstermez’ mi dedin? Demokrasi tepki ve protesto rejimidir. 22 yıldır bu milletin elinden sokağı aldılar. Bu milletin gırtlağından sesini çaldılar. Bu milletin avcundan alkışı aldılar. Bu milletin dilinden sloganı çaldılar. Hiç utanmadan, sıkılmadan direnen işçi ise işçi, emekli ise emekli, emekçi ise emekçi, çiftçi ise çiftçi. Öyle ‘Yanınızdayız, arkanızdayız, Twitter’dayız’ değil, yanınızda, arkanızda değil, önünüzde meydanlardayız. Sizinle birlikteyiz. Bir sözüm de klavye muhaliflerine, Twitter solcularına. Kardeşim Twitter’dan solculuğu, klavyeden muhalefeti bırakın. Bu millet tarihinin en büyük yoksulluğunu yaşıyor. Çıkın meydanlara mücadeleye destek verin. Bu, bu grubunun sesi değil bu, bu milletin sesi. Ezilenlerin sesi. Yoksulların sesi. Onların sesi olmayı sürdüreceğiz.”
“BUNUN ADI ZAM DEĞİL EMEKLİYE İHANETTİR”
“Bugün Türkiye nefesini tuttu, bir fiyat bekliyor. Bir maaş artışı bekliyor. En düşük emekli maaşı 10 bin lira. Ne demek 10 bin lira. 270 dolar. 240-250 Euro. Yurtdışında söylüyorsun, tercüme hatası sanıyorlar. ‘2 bin 700’dür o’ diyorlar. AK Parti geldiğinde 8 çeyrek altın alan en düşük emekli maaşı, bugün 2,5 çeyrek altın alamıyor artık. Bugün en düşük emekli maaşının artışını bekledik. Beklentimiz asgari ücretti, AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler açıkladı. Zaten Abdullah Güler açıklayacak denilince manzara ortaya çıktı. Tayyip Bey hangi iyi haberi, mesela Botan’da gaz bulunmasını mı, Karadeniz’de doğal gaz bulunmasını mı hangi iyi haberi Abdullah Güler’e açıklatmış da en düşük emekli maaşını Abdullah Güler açıklayacak? Sayın Abdullah Güler açıkladı, 12 bin 500 lira. Bakın en basitinden en düşük emekli maaşı 6 ay önce 10 bin lira olduğunda 25 kilo dana kıyma alıyordu. Kayıt altında, sesim Türkiye’deki bütün kasap dükkânlarına giderken, Türkiye’deki bütün emekliler duyarken söylüyorum. 6 ay önce en düşük emekli maaşı 25 kilo kıyma alıyordu. Dün 16 kiloya düşmüştü. Bugün yaptıkları sözde zamla 20 kiloya çıktı. Bugün siz emekliye zam yapmıyorsunuz. Siz bugün emeklinin cebinden 6 ay öncesine göre 5 kilo kıyma parası çalıyorsunuz. 6 ay önce 25 kilo alan 10 bin lira, bugün 12 bin 500 lira 20 kilo alıyorsa, bunun adı zam değil emekliye ihanettir. Yazıklar olsun, yazıklar olsun. Açlık sınırı 19 bin lirayken, asgari ücreti 17 binde bırakanlara, bu ülke bugünlere gelsin diye el emeği göz nuru akıtan alın teri akıtanlara, dirsek çürütenlere 12 bin 500 lirayı reva görenlere diyoruz ki: Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu milleti, bu cendereden kurtaracağız. Sizin elinizden kurtaracağız. Sadece zenginleri kayıran, yoksulu sömüren bu sisteme son verene kadar Cumhuriyet Halk Partisi olarak sizin için çalışacağız. Sizin için mücadele edeceğiz. Sizinle birlikte hakkınızı söke söke alacağız. Bu ülkede ya yüzler gülecek, ya da yüzleri güldürecek halkın iktidarı gelecek. Madem geçim yoksa çok yakında seçim var. Hep birlikte mücadele edeceğiz. Hakkımızı alacağız. Tüm emeklileri ve tüm emekçileri selamlıyoruz. Siz haklısınız, eninde sonunda haklılar kazanır. Siz kazanacaksınız, hep birlikte biz kazanacağız. Saygılar sunuyorum.”