CHP Lideri Özgür Özel HAK-İŞ’i Ziyaret Etti: “Bütün Emekçileri Cumartesi Tandoğan’daki Mitinge Davet Ediyorum”
Aralık 25, 2024CHP Lideri Özgür Özel: “Tarihte İlk Kez Asgari Ücrete Zam Değil, İndirim Yaptılar”
Aralık 26, 2024“HALEP 82, ŞAM 83, ASGARİ ÜCRET 22”
“İŞÇİSİNİ EZEN PATRONA TÜKETİM GÜCÜMÜZÜ GÖSTERECEĞİZ”
“KİMİ İSTERSE YANINDA ALSIN, BİZ MİLLETİN TARAFINDAYIZ”
“CHP’Lİ BELEDİYELERDE 30 BİN LİRA ALTINA TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ YAPILMAYACAK”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV’nin canlı yayınına konuk oldu. Gazeteciler Kürşad Oğuz, Gökmen Karadağ ve Seda Selek’in sorularını yanıtlayan CHP Lideri Özel, şunları dile getirdi:
(Yeni asgari ücretin apar topar açıklanması hakkında) Böyle bir asgari ücreti şöyle bekliyorduk, biliyorsunuz asgari ücrette bu iktidarın ‘Biz asgari ücretliyi, emekliyi enflasyona ezdirmeyiz’ diye bir genel söylemi vardı. Bunun yılların toplamına baktığınızda gerçek olmadığı doğru ama son birkaç yılı işte enflasyon oranında zam yapma gibi bir nokta. Enflasyonun yüzde 50 olacağı belli. Öyle olunca da asgari ücretin en az 25 bin lira olması gerekiyor. Ama hatırlarsınız bundan 2,5-3 ay önce şey başladı; ‘Enflasyon yüksek çıkabilir, gerçekleşen enflasyona göre değil hedeflenen enflasyona göre zam yapmak lazım.’ Şimdi hedeflenen enflasyon deyince Orta Vadeli Program’a veya son ilan ettikleri revizyonlara bakınca orada durum felaket. Yüzde 25-30 arasında rakamlar telaffuz etmişler hep. Yüzde 30 yaparsa bu oluyor işte. Biz de biliyorsunuz üç ay kadar önce bunlar konuşulmaya başlayınca Merkez Yönetim Kurulu’nda toplantı sırasında arkadaşlarımıza şunu dedik; ‘Biz asgari ücretle ilgili bir gerçekçi bir beklentiyi ortaya koymalıyız. Bunu savunup, 31 Aralık’a kadar veya asgari ücret açıklanana kadar kampanyasını hep birlikte yapmalıyız.’
“ASLINDA 30 BİN LİRANIN ÇOK DAHA ÜSTÜ OLMASI LAZIMDI”
Siz de yakından takip ettiniz. Biz neye göre bir asgari ücret belirledik? Açık söyleyeyim, 30 bin lirayı söylerken de çok rahat söylemedik. Aslında çok daha üstü olması lazım ama maalesef bu memlekette insanlar kendilerini anlamayanları anlamaya çalışıyor bazen. Yani asgari ücreti belirleyenler ya da onları çalıştıran patronlar yıllardır sömürüyorlar ama bunu söyleyince insanlar yine de ‘Ya o kadar da çok’ diyor. Aslında bugün 17 bin liralık asgari ücret, geçtiğimiz yıllardan birikerek yarattığı mağduriyet düşünüldüğünde 35-40 bin lira asgari ücrete çok değil. Türkiye’deki yaşam şartları düşünüldüğünde ‘çok değil’ değil, o bile yeterli değil. Biz şöyle yaptık. Bunlar yüzde 30’ları konuşuyorsa, hedeflenen enflasyonu. Arada yüzde 50’ye yakın olacak olan gerçekleşen enflasyon var. ‘Ama bu asgari ücretli için gerçek mi?’ dedik. Çünkü TÜİK, Tayyip’i Üzmeyen İstatistik Kurumu diye açılımını söylüyoruz hep, miting meydanlarında en çok da alkışı bu alıyor. Çünkü emekliler, çalışanlar kendi ceplerinden maaşlarının nasıl çalındığını, nasıl aşındırıldığını, bunun TÜİK vasıtasıyla yapıldığını biliyorlar. TÜİK’in enflasyonu böyle ama neye göre hesaplıyor? Malum pinpon topu var TÜİK’in hesabı içinde, enflasyon sepetinin içinde. İşte bakır çubuk var. Olur olmadık şeyler koyuyorlar içine. İşte o sepet yüzde 50. Peki asgari ücretli pinpon topu yemediğine, çocuğuna harçlığı bakır çubukla ödemediğine göre ‘Nasıl oluyor?’ diye baktık. Asgari ücretlinin temel harcamaları var. Zaten sendikalar bunu sık sık çıkarıyorlar. Onların 1 Ocak’taki durumuna ve bu aralık ayındaki olası fiyatlarına bakarak, şunu gördük ki gerçek enflasyonu, asgari ücretlinin yaşadığı enflasyonu yüzde 78 diye hesapladı bizim arkadaşlar. Bu 75 ile 85 arasında gidip geliyor iline göre. ‘Hissedilen sıcaklık’ deniyor ya. Asgari ücretlinin hissettiği enflasyon; yüzde 80. O zaman ‘Hiç olmazsa yüzde 80 olmalı’ dedik ki enflasyona ezdirilmesin.
“22 BİN LİRA KÜFRETMEK GİBİ BİR ŞEY”
Oradan çıktı bizim 30 bin lira. Tabii 30 bin lira çıktığında Aksoy Araştırma bir çalışma yapmıştı üç ay önce ‘Ne bekleniyor’ diye. İnsanlar şöyle söylüyorlardı; enflasyonla ilgili kendi beklentileri 30-35 bin lira arasında, asgari ücretli 30-35 bin liralık bir asgari ücreti talep ediyor. ‘Size ne verirler?’ dendiğinde de 23-25 arası rakamlar gelip gidiyordu. ‘Yetmez ama bunlar böyle verir, ama ben böyle olmasını arzu ederim’ diye. Bizim talebimiz, sloganda dediğiniz gibi ‘30, bunun altında yokuz’ dedik. Uzunca bir kampanya yaptık. Hemen her grup toplantısında, grubun olmadığında çıktığımız her kürsüde ifade ettik. Bir de sahaya indik bununla. Ben kendim İstanbul’da pazarda da gezdi, Manisa’da esnafta da gezdim. Ama milletvekillerimiz 81 ilde, çok sayıda ilçede. Örgütümüz tam 973 ilçede. ‘Asgari ücret 30, altında yokuz’ dedik. Bu asgari ücretle 2002’de kaç altın, ne kadar kıyma, ne kadar ekmek, kaç simit alınıyordu, şimdi ne kadar alınıyor, bunun çalışmasını yaptılar. Eş zamanlı olarak da tabii asgari ücret kadar çarpıcı ve yıkıcı bir diğer şey de emekli maaşları. SSK’lıda da BAĞ-KUR’luda da, Emekli Sandığı emeklisinde de ve özellikle de en düşük emekli maaşı. Bu iktidar geldiğinden en düşük emekli maaşı 1,5 asgari ücretti. Bugün açıklanan fiyat üzerinden düşündüğünüzde en düşük emekli maaşı bu iktidar gelip emekliye hiç dokunmasa 33 bin liraydı. Şimdi 12 bin 500 lira. Onu ‘14 mü yapacaklar, 15 mi yapacaklar?’ onu tartışıyorlar. Emekli açısından da bu altın, ekmek, dana kıyma hesaplarını yaptık. Basit hesaplarla gezdik, sorduk, anlattık. Şimdi bundan 10 gün önce yapılan, yine aynı şirketin yaptığı bir araştırmayı takip ettik. Bir tanesi şu, asgari ücretle ilgili CHP’nin teklifinin bilinirliği yüzde 75. ‘Biliyorum’ diyenlerden destekleme oranı yüzde 87. AK Parti seçmeninde dahi çok kronik, CHP ‘iki kere iki dört’ dese itiraz eden çok kategorik karşıt olanlar dışında herkes destekliyor. MHP seçmeninde de yüzde 85 gibi bir destek var asgari ücrette CHP’nin önerisine. O yüzden biz bu üç aylık kampanyadan sonuç aldık. Ama tabii sonuç aldık derken meramımızı anlatmak açısından sonuç aldık. Ancak dün… Açıkçası herhalde 400 günün üzerinde süredir bu binaya geliyorum. Bu kadar kızgın, bu kadar sinir küpü olduğum bir başka bir gün olmadı. Genelde de son bir yıl çok iyi günlerimiz oldu burada, çok güzel mutluluklar yaşadık onlar bir yana. Olur da bu kadar olmaz. Üç ay önce bekliyorduk, üç ay boyunca büyük bir kampanya yaptık ve bu üç ayın sonunda şunu gördük. Burnundan soluyordu millet. Yani hatta şunu söyleyeyim, 22 bine değil de 25 bine dahi burnundan soluyordu AK Partilisi de MHP’lisi de muhalefet partilerine oy vermiş insanlar da. Ben Erdoğan’ın sahayı okuyacağına, anketlere bakacağına ve bu yanlışı yapmayacağına inanıyordum artık. Yani ben 25-30 bin lira arası bir şey belirleneceğine, bizim önerimizdekine benzer şekilde biraz da işverene SGK’lı başına bir destekleme yapmak suretiyle bu işi çözeceklerini, bir noktaya getireceklerini düşünüyordum. Bu 22 bin lira, kaba tabirle küfretmek gibi bir şey insanların yüzüne. Çünkü gerçekten çok kötü durumda insanlar.
“BU RİSKİ ALABİLECEKLERİNİ DÜŞÜNMÜYORUM”
Biz geçen sene 31 Mart seçimlerinden 40 gün sonra ilk mitingimizi atanmayan öğretmenler için yapmıştık. Ardından da bir emekli mitingi yaptık biliyorsunuz. Ben emekli mitinginde kürsüye çıktığımda bir süre böyle giriş sözlerini istem dışı uzattım, onu hissettim. Aşağıda o kadar yaşlı ve o kadar yoksul bir kitle vardı ki o kadarını ben de beklemiyordum. Biz örgütümüze şöyle bir şey yolladık: ‘Mitinge yığma kalabalıklar istemiyoruz, öncelik emeklilerin.’ Gelen emekliler varsa, mesela atanmayan öğretmenlerde de ‘İstanbul’da özellikle atanmayan öğretmenleri getirin’ demiştim. ‘Öncelik emeklilerin.’ Öyle hani kanı kaynayan gençler ‘haydi mitinge gidiyoruz’ diye arabaları doldurmasın. Emekliler. Manisa’dan gelen emeklilerle ilgili yaş ortalaması 65 – 70. Yolda dört kez mola ihtiyacı olmuş. Gerçekten böyle her yerden inanılmaz şeyler geliyor. Hatta dediler, ‘Yahu bu kitle bu yola nasıl dayanacak. Biz korktuk yola çıkarken Mersin’den.’ Hatta iyi bir anekdot da var. A Haber kameramanın sağ olsun kardeşimizin dili çıkmış meydanda. Bana da gösterdiler. Onu yollamışlar, demişler ki ‘CHP’nin emekli mitinginde genç ve CHP’nin emekli mitinginde iyi giyimli insanları bulun. Meydanda hani bakın siz emekli misiniz deyip.’ ‘Değilim’ diyecek birini bulamamışlar. ‘Ne kadar maaş alıyorsunuz? Kolunuzdaki saati beğendim…’ A Haber’in sevdiği provokasyonlar bunlar. Arkadaşları o niyetle yollamışlar. Bunu Ankara basınında bilmeyen yok. Elleri boş döndüler o meydandan. Gerçekten o çağrı üzerine 100 binin üzerinde emekli, orada haykırmaya gelmişlerdi. Ben bu şartlar altında bu kötülüğü yapabileceklerini düşünmüyordum. Kendilerinin de bu riski alabileceklerini düşünmüyordum.
“İŞÇİNİN MENFAATİ ÖRGÜTLENMEKTE”
(Asgari ücret konusunda CHP’nin değişim yaratmak için ne yapacağı hakkında)
Dün akşam karar aldık. Tabii Merkez Yönetim Kurulu üyeleri her an Ankara’da değiller. MYK üyelerini bu sabah 10.30’da toplanmak üzere davet ettik. Gelebilen arkadaşlarla, verimli bir toplantı gerçekleştirdik. O toplantıda birinci kararımız, bugün saat 14.00’te açılacak olan Meclis’e grubun gitmemesi ve genel merkeze gelmesiydi. Madem ‘30 binin altında yokuz’, bugün Meclis’te yokuz. Bundan sonra ne yapacağız? Bunu bir konuşalım dedik. Oturduk, konuştuk hem arkadaşlarımızla, hem milletvekilli arkadaşlarımızla. Bir kez birinci önceliğimiz, sizin de dediğiniz gibi ilk akla bu durumda işçi sendikaları geliyor. Şunu söylemem gerekiyor; 1980 darbesinden önce her dört işçiden üçü grev ve toplu sözleşme hakkına, sendikal haklara sahipti. Hakkını alamadığında, imza atmadığında sendikası grev yapabiliyordu. Hatta ve hatta işçilere herhangi bir kötülük yapıldığında, uyarı grevleri, tazyik grevleri, toplu genel grevler… Hepsi mümkündü. Maalesef 12 Eylül darbesi, tüm örgütlenmelerin olduğu gibi en çok da işçilerin, emek örgütlenmelerinin üstünden geçti. Şu anda işçilerin yüzde 15’i sendikalı ve bunun içinde kamudaki sendikalanmasına kimsenin karşı çıkmadığı, engel olmadığı işçiler de dahil. Grevli ve toplu sözleşmeli haklardan yararlanma oranı da bu sendikalılık oranının yarısı kadar sadece, taş çatlasa yüzde 10 kamu dahil. Bu kötü bir şey, yüzde 75’i örgütlü olan bir işçi sınıfına bunu yapamazsınız. O yüzden son söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Sözümüze değer veren herkes, hatta sözümüze değer vermeyen, bizden nefret eden bütün işçilere söylüyorum. Bizi seven çok işçi var ama bizi sevmeyen işçi varsa ona da söylüyorum. Onun çıkarı, menfaati örgütlenmekte. Ne olursa olsun örgütlenmekte. İktidar kimde olursa olsun örgütlenmekte. Sendikaların iyisi var, kötüsü var Türkiye’de. O ayrı bir tartışma ama en kötü sendika sendikasız olmaktan iyidir. Bu yüzden mutlaka bütün işçileri örgütlenmeye davet ediyoruz. Dün şu hisle uyuduklarını biliyorum ben işçilerin; ‘Yahu bu kadarını da beklemiyorduk, hiç mi değerimiz yok? Hiç mi kıymetimiz yok?’ Bu rakam çünkü şöyle bir rakam. Bugün bir pazara gittim. Pazarda diyor ki ‘Geçen sene üç tanesini 20 liraya sattığım çocuk çorabını 50 liraya satıyorum. Adam geliyor, kaşla göz arasında alıyor. Çocuk çorabı aldığı için görmezden geliyorum. Adamın çocuğunun ayağı çıplak, çorap alacak parası yok.’ Şimdi bunun sürmesine ve derinleşmesine yönelik bir karar aldılar dün akşam. Veya ‘Kanser tedavisi gördüm. Doktorum protein al, diyor. Ben neyle protein alacağım? Mansur Başkan’ın ayda bir sefer verebildiği protein desteği ile -işte bir kiloydu, iki kiloya çıkarmaya uğraşıyor Mansur Başkan- protein alıyorum. Doktorum bana her gün protein al, diyor. Ben 12 bin lira ile ne proteini alacağım?’ diye bana elindeki torbayı salladılar. Şimdi siyaset olur, tartışma olur, vaatler olur bu başka bir şey ama bu yapılan, bu insanları bu haldeyken anlamamak, görmemek kabul edilebilecek bir şey değil.
“İŞVEREN İLE DEVLET ANLAŞTIĞINDA ASGARİ ÜCRETİ BELİRLİYOR”
O yüzden ben TÜRK-İŞ’e, HAK-İŞ’e ve DİSK’e gittim. DİSK’e dijital olarak gittik. Onların biliyorsunuz genel merkezleri İstanbul’da. 16.00’da TÜRK-İŞ’teydik, 17.00’de’te HAK-İŞ’teydik, 18.30’da da DİSK ve DİSK’in genel başkan, genel sekreter ve başkanlar kurulundan arkadaşlarla Zoom üzerinden görüştük. Şundan memnunum; geçmişte bu üç konfederasyon hiç bir araya gelemezdi. Hatta bir ara Veli Ağbaba’nın üçünü bir araya getirdiği bir etkinlikte bunun çok uzun süredir ilk kez olduğu söyleniyordu. Şu anda tabii o pratikleri geçtiğimiz dönemde git gide pekişirken, şu anda farklı farklı da olsa aynı duyguda ortaklaştıklarını ve bir kararlılık ifade ettiklerini büyük bir memnuniyetle takip ettim. TÜRK-İŞ’in Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan kalkması ve o komisyonun yapısı değişmeden bir daha orada hiç oturmayacağını söylemesi çok kıymetli. Çünkü anti demokratik bir yapı var ve işveren ile devlet anlaştığında istediği asgari ücreti belirliyor. Bu olacak bir şey değil. İtiraz hakkınız dahi yok. TÜRK-İŞ burayı terk etti ve ‘Bir daha oturmayacağım’ dedim. Belli kararlar da aldık, bugün konuştuk. Yani yeni bir Asgari Ücret Tespit Komisyonu kanun teklifini sendikalarla birlikte olgunlaştırıp, bütün muhalefet partileriyle olgunlaştırıp, iktidarın önüne koymak lazım. Gelecek sene iktidar kim olur bilinmez ama iktidarın kim olduğundan bağımsız işçinin hakkını ve hukukunu gözeten bir teklifi mutlaka koymak lazım. Biz kendi adımıza verdiğimiz kararlardan biri genel merkezler düzeyinde sendikalarla ve yerelde bütün sendikalar ve STK’larla temas, hızlı bir şekilde. Onu bugün başlattık.
“BU ASGARİ ÜCRET KİME HAYIR EDEBİLİR?”
100 milletvekilimiz sembolik olarak bugün Ankara’daki 100 merkezde asgari ücret alanlarla temas etti toplantı bitiminde. Bu ama işte Siteler’de mobilya üreticileriyle, organize sanayilerde, küçük sanayilerde, Ulus Çarşı’sında, semt pazarlarında asgari ücreti alan ya da herkesle. Mesela ben bugün asgari ücret meselesine en çok tepkiyi asgari ücretlilerden değil emeklilerden duydum. Diyor ki ‘Asgari ücretliye bunu yapan yarın bize ne yapmaz?’ Pazarcının kendinden duydum, ‘Adamların cebinde para yok, bir sene sonra ne olacak halimiz?’ diyor. Memur emeklilerinden duydum, ‘Bize de yüzde 12 zam geliyor, demek ki bize de bir iyileştirme yok’ diyor. Bugünkü o ‘asgari ücret hayırlı olsun’ tutumunun öyle alay edercesine… Ne hayırlı olacak asgari ücret, bu asgari ücret kime hayır edebilir? Öyle hayır olacak bir şey verirsin de ‘hayır olsun’ dersin. Kahredecek bir şey verdin. ‘Enflasyona ezdirmedik…’ O da çıplak gözle gördüğüm, bu kulakların duyduğu en büyük yalan. Hangi enflasyona ezdirmemiş? Yani en büyük yalan. Hangi enflasyona ezdirmemiş? TÜİK işte yüzde 48 ilan etti, sen 30 verdin. TÜİK’e göre bile yüzde 18 ezdirdin yani. Senin TÜİK’ine göre. Oysa ENAG zaten TÜİK’in yalan söylediğini söylüyor. TÜİK’in yalan söylediğini en çok emekliler, işçiler, memurlar söylüyor; yoksullar söylüyor. ‘Yahu nerede yüzde 50?’ diyor. İşte bugün pazar. Adam diyor ki, ‘20’ye alıyordum, 50’ye alıyorum.’ Ayvada söylüyor, ‘Bir iken üç oldu’ diyor. Ben kendim de pazarcılıktan geliyorum bir tarafımla da. Hani eczacılıktan geliyoruz falan. Benim dedem bahçıvan. Benim dedem pırasa, marul, ıspanak üretirdi. Onu böyle yıkardık birlikte dedemin buz gibi havuzunda. Onları pazarda satardı. Giderdim, görürdüm. Pazarda yeni yıl geldiğinde ki Manisa’daki pazarcılar bilir en çok pazara giden siyasetçi benim. Yeni yıl geldiğinde pazarda iki şey öyle kamyonla satılırdı. Bir tanesi kabak. Kabak tatlısı yılbaşı gecelerinin bir yemeğidir ve öyle çok ekstra pahalı bir şey olmadığı için de herkesin yani zengini fakiri satın alır. Kabaktan adamı göremezsin, aradan böyle şey yapar. Bugün kabaktan beş tane kabağı 250’şer gram parçalamış, çeyreğin çeyreği. Diyor ki, ‘Eskiden kamyon kamyon satardı şimdi çeyreğin de çeyreğini istiyorlar.’ Dört kiloymuş ortalama bir kabak. Diyor ki ‘250 gram kabak alıyor adam.’ Videosu var, yani belki de sosyal medyada paylaştı arkadaşlar. ‘Yarım kilo kabak alıyor’ diyor. ‘Yarım kilodan fazla alan yok’ diyor. Bu peçete kadar kabak. O bir de pişince küçülecek. Bundan bütün aileye yılbaşı tatlısı çıkacak. İşte bir porsiyonu dört kişi yiyecek, nefsini köreltecek adam.
“İNSANLARIN ÖFKESİNİ ANLAMAK MÜMKÜN”
Ayva var. Eskiden yılbaşında ayva tatlısı da olur malum. Dedi ki ‘Dört ton ayva satıyorduk, dört ton. Bugün toplam 400 kilogram getirdik, sekiz kasa ellişer ellişer ellişer meyve getirdim’ dedi. ‘Dört ton ayva satıyordum, dört ton ayvayı bütün pazar satamayız şimdi biz’ diyor. ‘Ben dört ton ayva getireceğim bir ayda satamam’ diyor. Şimdi böyle bir noktaya geldi iş. O yüzden gerçekten öfkelenmemek mümkün değil, insanların öfkesini anlamak mümkün. Sembolik olarak bugün bu. Yarından itibaren bütün örgütlerimiz, 973 ilçede sokağa çıkacaklar. Milletvekillerimiz cumartesiden sonra hem seçim bölgelerine hem bütün Türkiye’ye yayılacaklar, orada çalışacaklar. Cumartesiye kadar buradayız. Cumartesi günü yurttaş inisiyatifi diye 64 sivil toplum örgütünün, tam da bu cumartesi için kararlaştırdıkları ama sayın Şenal Sarıhan 29 Ekim Kadınları Derneği sözcüğünde gelmişlerdi, onlar zaten demişlerdi ‘Asgari ücret de belli olur o zaman zaten’ diye. Yani çok da bilinçsiz bir şey değil, yılbaşından önceki son cumartesi bir miting planladılar. 64 örgütle birlikte. O mitinge katılacaktım ben zaten ama temsil edecektik partimizi. Şimdi temsilen değil kitlesel bir katılım. Hem partililerimizi davet ediyoruz. Bugün sendikalara gittim, bunu konuştum. Sendikalarla, HAK-İŞ’le, TÜRK-İŞ’le, DİSK’le konuştuk. Onlar zaten DİSK katılma kararı almış, TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ de ‘İşçinin sesini duyulduğu her yere işçilerimiz gider, bu konuda biz de gerekli desteği veririz’ diyorlar. Ama tabii kendi mitingleri değil. Önümüzdeki aylarda ayrı ayrı ya da birlikte sendikalar mitingler yapabilirler, ona da biz elimizden gelen bütün katkıyı sağlayacağız.
“SEÇİM BÜTÇESİ HAZIRLANIYOR, PARTİ MECLİSİNDE OYLAYACAĞIZ”
Bunun dışında da aldığımız en önemli karar şudur, 2025’in bir geçim yılı olmayacağı belli. Onu bir seçim yılı olarak Cumhuriyet Halk Partisi olarak tanımlıyoruz. Zorlayacağız. Zaten açık söyleyeyim, 31 Mart seçimlerinde biz seçmene şunu söyledik: ‘Bu bir sarı kart. Adaylarımız iyi, bu bir genel seçim değil. Bu seçimde verdiğiniz oylarla belediye başkanı seçeceksiniz ama hükümet değiştirmeyeceksiniz. Biz seçim akşamı çıkıp size ‘Birinci parti olduk, erken seçim’ demeyeceğiz. Ama sizin derdinizi talebinizi duymalarını bekleyeceğiz. Duymazlarsa sizin sesinizi duyurmaya devam edeceğiz’ dedik. 2024 yılı içerisinde 46 ile, 199 ziyaret yaptım. Manisa hariç bunda. Sık gittiğimiz geldiğimiz yerdir. 199 ziyaret yaptık. 105’i seçim sath-ı mailinde ama her birisi emeklinin ve emekçinin sorununu da dile getiren, 119 büyük miting yaptık. 156 kez halka seslendik. İşte orada toplanıyorlar falan. Ve bu performansı çok aşacak bir 2025 performansıyla hem ben hem milletvekillerimiz, 2025’te biz 14 Mayıs gününden itibaren ‘Geçim olmazsa seçim olur’ diyoruz. Ve diyoruz ki, ‘15 Temmuz’da asgari ücrete zam verin. Çünkü geçen sene seçimde söz verdiniz. Tek hanenin üzerinde enflasyon olan ülkede, asgari ücreti yılda en az iki kez ama bu kadar yüksek olduğuna göre dört kez güncellemek lazım dediniz.’ Güncellemediler. 10 bin liraya geçim olmuyordu, 12 bin 500 lira yaptılar. Enflasyonun yüzde 76 olduğu yerde, yüzde 25 zam yaptılar. Ve biz o günden beri gitgide yükseltiyoruz. Ama bu aşamadan sonra örneğin bu sabah MYK toplantısında Saymanımız Özgür Karabat, durumdan anladığını özetledi. Aynen öyle dedi. ‘Ben bir normal bütçemi hazırlıyorum bir de seçim bütçesini hazırlıyorum. Eğer seçim olursa.’ Aynen öyle, ‘Cuma günü onu Parti Meclisi’nde oylacağız’ dedik. Bütün arkadaşlarımız seçimin yapılması yönünde hem nasıl etkileri, nasıl katkıları olabilir hem de alması gereken tedbirler… Mesela program çalışmalarını yaz boyunca seçim beyannamesine dönüştürecektik. O işleri hızlandırıyoruz, hazır olan kısımlarından politika notlarını çıkarıyoruz.
“İŞÇİSİNİ EZEN PATRONA TÜKETİM GÜCÜMÜZÜ GÖSTERECEĞİZ”
Bundan sonraki süreçte çok gecikmeden Ocak ayının ilk yarısında, daha doğrusu ilk çeyreğinde hatta, ilk yarısında sendikalarla yüz yüze bir takım görüşmeleri yaptıktan sonra kendimiz emek şehirlerinden başlayarak, bu sıralama açısından değil ama işte Kocaeli, Gaziantep, Denizli, Bursa, Manisa, elbette İstanbul, Ankara ama böyle emeğin yoğun olduğu kentlerden başlayarak, asgari ücrete tepki ve emekçilerle birlikte ve elbette emekli gündeme eklenecek. Emeklilerle birlikte ‘Geçinemiyoruz, geçim yoksa seçim var’ sloganıyla bu çerçeve üzerinde yoğun bir kampanya başlatacağız. Bütün arkadaşlarımız Cuma günü sabahleyin MYK ve Parti Meclisi toplantılarımızda da hazırlanarak ve önümüzdeki planlamaların yapılacağı süreçte, ayrıca Sürekli Eylem Komitesi de oluşturduk. İlki Cumartesi gününe destek için de çalışıyor. Hep birlikte bu iktidarı seçime zorlamak için neler yapılabilir? Bu çok önemli. Örneğin geçtiğimiz günlerde sendikalara bir çağrıda bulunmuştuk, dün de bir çağrıda bulunduk. Üretimden gelen gücün kullanılması önemli diye. Ayrıca geçtiğimiz günlerde işçilerin haklarını vermeyen birkaç firma, bir tanesi Polonez’dir söylemekte sakınca yok. ‘Siz işçinin hakkını vermezseniz üretimden gelen gücümüzü kullanacağız’ dedik. Bugün bir büyük şehrimizin sanayi ticaret odası başkanı şöyle bir açıklama yapmış. Diyor ki, ‘Her türlü fiyat ayarlamasında asgari ücret artışını aşmamalıyız’ diyor. Yani patronlara diyor ki ‘Büyük patron işaret etti, işçiyi ezebiliriz. Yüzde 30’da hiçbir şeyi geçmeyelim.’ Bunu bir büyük şehrimizin sanayi ticaret odası başkanı söylüyor. Şahsına saygım sonsuz ama onun lafına kim uyarsa, onun lafına uyanlara tüketimden gelen gücümüzü göstereceğiz. Açık söylüyorum, Tayyip Erdoğan ‘Ez’ dedi diye, işçisini ezene. Diyor ki sanayi odası başkanı ‘Reis bize çerçeveyi çizdi, hiçbirimiz işçimize, çalışanımıza, beyaz yakalımıza, gri yakalımıza, mavi yakalımıza, bekçimize yüzde 30’dan fazla yıllık artış yapmayalım’ diyor. ‘Tayyip Bey’e uyalım’ diyor. Bunu söylemesi demek, ‘Asgari ücretteki bu enflasyona ezdirme işini bütün özel sektör sahiplenelim’ diyor. Bunu yapmayanları destekleyeceğiz. İşçisine, örneğin TÜİK oranında zam verene diyeceğiz ki ‘Tamam.’ Ama bunu yapanlara, bir de kendisi dahil, onun firmasına da bakacağım. Bir de onun firmasının ürettiğini biz tüketiyoruz. Onun firmasına da bakacağım. Bunu yapan hangi patronsa tüketimden gelen gücümüzü göstereceğiz.
“BEN MİLLETİN HAKKINI ONLARA YEDİRMEM”
(Firmaları ifşa edip etmeyeceğiz hakkında)
İfşa edeceğiz malını almayacağız. Banka mı? Bankasına mevduat koymayacağız. Yiyecek içecek mi üretiyor? Polonez mi üretiyor? Polonez sucuk yemeyeceğiz kardeşim. İşçisine hakkını vermiyorsa Polonez sucuğu yemeyeceğiz. Bu televizyonlar, reklam kuşakları bilmem neler falan. Bakıyorlar efendim A1’de A2’de.. O A1, A2 biziz kardeşim. Bizim orada yüzde 70’e yakın oyumuz var bir çok yerde. O yüzden döneceğiz, ‘Tüketmeyin kardeşim’ diyeceğiz. ‘Almayın bunu’ diyeceğiz. ‘Bunun lastiğini takmayın’ diyeceğiz. ‘Bunun ayakkabısını almayın’ diyeceğiz. Tüketimden gelen gücümüz. Bunu şunun için söylüyorum. Tayyip Bey’e uyup da işçisini, emekçisini, çalışanını ezmeye kalkanın karşısında biz varız. Bana uyanı, bize uyanı sonuna kadar destekleyeceğiz. ‘Ben işçime enflasyon oranında zam veriyorum’ diyeni pozitif listede yayınlarım. ‘Ben işçime enflasyonla değil Tayyip Bey gibi sefalet maaşını layık görüyorum’ diyenin de karşısına kaya gibi dikileceğiz. Hiçbir şeyden de korkum yok. Ne yapacak? Beni mahkemeye verecek, benden tazminat alacak. Vallahi bir tane ev, iki tane mütevazi araba var. Bir tane eczanenin dükkanı var. Alırlar onu. Ama ben milletin hakkını onlara yedirmem, bu kadar söylüyorum.”
“BELEDİYELERİMİZDE ASGARİ ÜCRETİMİZ 30 BİN LİRA”
(CHP’li belediyelerin yapacakları hakkında)
Çok kolay. Cumhuriyet Halk Partili hiçbir belediye, bugün Sayın Gökan Zeybek bu konuda gerekli talimatımızı başkanlarımıza geçti. Çok kolay. Hiçbir Cumhuriyet Halk Partili belediye 30 bin liranın altında bir toplu iş sözleşmesi teklifiyle karşısındaki işçiye gitmeyecek. Bunun altında bir ücret imzalatmayacağız. Net. Bizim asgari ücretimiz 30 bin lira.
“SEFALET ÜCRETİ İLAN ETTİ, ATEŞİN ÜSTÜNE BENZİNİ DÖKTÜ”
(Asgari ücretin beklenmeyen bir zamanda açıklanması ve düşük asgari ücret nedeniyle erken seçimin olmayacağı yorumları hakkında)
Şimdi öyle bir kulis bilgisi falan, onu bilmiyorum. Onu en iyi Ankara’da Nuray Babacan biliyor. Nuray Babacan’ın yazdığı kulisleri yıllardır Hürriyet’ten, Gazete Pencere’den, galiba şimdi Nefes’te herhalde. Takip ediyoruz. Nuray Hanım pazarları yazıyor AK Parti kulislerini, oradan öğreniriz. Ama şöyle bir şey var. Ben AK Parti’yi yakından yıllardır hem Grup Başkanvekili hem milletvekili olarak takip ederim, aynı Meclis’te yer alan biri olarak. Bir kere dünkü telaş, bugünkü grup toplantısından önce asgari ücret belli olsun diyeydi. Yoksa şöyle olmuş, bugün DİSK Başkanımız ifade etti. ‘19.30’da toplantı var diye ilan ettiler’ diyor, ‘20.35’te bakan çıktı açıklama yaptı’ diyor. TÜRK-İŞ de zaten bu oldu bittiye gelmeyeceğini söyledi. Bu çok doğru bir şeydi, dün takip ettik tweetimde de paylaştım bunu. Bugün de topyekün çekilme kararı aldılar. 50 yıldır bu kanun var. Devlet, işveren ve en çok işçisi olan konfederasyon 15 kişiyle temsil ediliyor. Çoğunlukla karar veriliyor. 70’lerde Ecevit bunu ‘İşçilerle anlaşır, işverene istediğim asgari ücret ödetirim’ diye tasarlamış. Ama şimdinin yönetimi maalesef rahmetli Ecevit gibi işçi ile anlaşıp patrona değil, patronla anlaşıp işçiye dayatıyor. Ama antidemokratik bir düzleme geldi mesele. Öyle olunca da TÜRK-İŞ’in çekilme kararı doğru. Bunun bir başka sistemde ikame edilmesi lazım. Niçin acele ettiler? Dün Erdoğan’a şunu demişlerdir, ‘Efendim siz bugün konuşacaksınız ya artık. Sonra asgari ücret perşembe belli olacak. Sonra bir dahaki grup konuşmasına kadarki gelecek hafta salı çarşamba da yılbaşı ertesi gün. Biz çok dayak yeriz. Bunu bugün bunlar bu 21-22 neyse belirlesinler. Siz de yarın sahiplenin. Siz konuştunuz mu üstüne konuşamazlar.’ Tabii nasıl oldu? Erdoğan’ın dünkü tweeti de adeta ateşin üstüne tiner döker, benzin döker gibi oldu. Büyük bir infial oldu. Çünkü millet hatır gönül için açlığa katlanacak durumda değil. Yani onlar diyor ki, ‘Zaten muhalefet bağıracak, zaten onu konuşmayız. Ama AK Partili, MHP’liler sizin yaklaşımınıza işte söylediğinizde’ işte hatta ona başta bir ayarlama da teklif etmişlerdir. ‘Onlar 20 bin söylesinler siz 22 bin yapın’ diye. Ama herhalde onun da çok küçük kalacağını düşündükleri için 22 bin dediler, 22 bin liraya da ‘Hayırlısı olsun’ dedi. Ama artık kimse öyle ‘Allah Tayyip Bey’den razı olsun, bizi enflasyona ezdirmedi’ diyemiyor. Çünkü enflasyona ezdirmeyecek bir şey ilan etmedi, bir sefalet ücreti ilan etti. Ve beklediklerinin aksi bir sonuç verdi. Bugün ateşin üstüne benzini döktü, daha büyük bir yangın var şu anda. Daha büyük tepkiler var. Hak etti. O konuda daha başka bir şey söyleyecek yok.
“CHP’NİN SEÇİM KAYBETMEYE NİYETİ YOK”
(Zam yapmadılarsa seçime gitmeyecekleri söylemi için)
Tabii son derece makul bir çıkarım. Çünkü bu şartlar altında vatandaşın varıp da ‘Ya beni aç bıraktın, teşekkür ederim’ diyerek oy vermeyeceği kesin. Ve bu süreci bu sene böyle, gelecek sene böyle götürüp daha sonra bir seçim ekonomisi uygulayarak. Ama bir kere kış geçiyor, kurt yediği ayazı unutmuyor. Tayyip Bey bu sözümü unutmasın. Bugünlerde çocuğuna çorabı alamayan adam üç sene sonra bir tık bir şey yaptı diye dönüp de onu destekleyecek değil. Yani geçtiğimiz süreçte tamam partimiz yüzde 25 oy aldı, evet ilk turda kazanmamız gereken bir seçim ikinci tura kaldı, ikinci turda yüzde 48.5 oy aldık ama, geçen seçim her numarayı çekti, kur korumalı mevduatları bilmem neleri falan filan. Ama sonuçta muhalefet olarak o topyekün hataları yapmasaydık biz bu seçimi zaten almıştık. Şimdi bunlar yaşandıktan sonra ve muhalefetin bir daha başta Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçim kaybetmeye niyeti yok ve geçmişten aldığı dersler de açıkça ortada olduktan sonra iki sene sonra seçim ekonomisi ile bu işi kıvıramayacağını kendisi de bilir. Ayrıca biz kendisine şunu söylüyoruz.
“GÖRMEMEK İÇİN GÖNÜL GÖZÜ DE KAPALI OLMAK LAZIM”
(İktidarın, seçim ekonomisini uygulandığında ve maaşlar o dönemde arttığında yeniden oy kazanacağını düşünüp düşünmediği hakkında)
Olabilir. Geçtiğimiz süreçlerde benzer şeylerin yaşandığına şahit de olduk. Ama şöyle bir durum var. O günlerde 2002-2007 arası bir kez 1999’daki büyük deprem, üçlü koalisyon hükümetinin yaşadığı zorluklar ve her şeye rağmen seçim ekonomisi uygulamak yerine Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizden dolayı bankacılık sistemini ciddi şekilde disipline elden, ciddi para politikaları, kemer sıkma politikaları uygulayan ve Türkiye’nin gelecekte ekonomisini toparlamak için bedel ödemekten kaçınmayan bir iktidarın üzerine onun yaptığı ve sonradan IMF diyor. IMF’ye bütün verdiği sözleri tutup, bütün stand by’ları sürdürüp devam eden ayrıca Avrupa Birliği bir takiye ile aslında niyetleri hiç öyle olmadığı halde şimdi öyle anlaşılıyor. Avrupa Birliği’ne girme, demokratikleşme, demokratik anayasa gibi söylemlerle zaten dünyada gidecek yer arayan sıcak paranın Türkiye’ye aktığı bir süreç. Ve devamında da daha yapılan, yaşanan süreçlerin sonunda işte seçim ekonomisi uygulayıp seçim kazanmak, tüketici güven endeksi 90’ın üzerinde çıktığında seçim kazanmak falan. Ama şu anda biz çocuğunun ayağına çorap alamayan, doktorun ‘ye’ dediği proteini yiyemeyen, çocuğuna süt alamayan, üç çocuktan birinin okula kahvaltı yapmadan gittiği, beş çocuktan bir tanesinin okulda hiçbir alışveriş yapmadan evine aç döndükleri, belediyelerimiz dağıtmıyorsa İstanbul’un yoksul semtlerinde beslenme çantalarının yoksul çocukların boş olduğu, okullarda CHP’li belediyelere izin verildiği ölçüde su sebili koyduğumuz. Yoksa 15 liralık şişe suyunu içemediği, alamadığı bir süreci yaşıyoruz. Ve bunları yaşatanların aslında nasıl bir tercihte bulunduğunu insanlar görüyor. O yüzden 31 Mart seçimi bizim doğru zeminde tartıştığımız. Yani emekli üzerinden, asgari ücret üzerinden, esnaf üzerinden, çiftçi üzerinden ve gençlerin umutsuzluğu üzerinden tartıştığımız ve kutuplaşma dışında siyasetin dilini normalleştirerek, Tayyip Erdoğan’ın istediği hakaretamiz söylemlere cevap verip, meseleyi ‘Kavga ediyoruz hadi bakalım AK Partililerle, AK Parti karşıtları toplanın arkama, şimdilik biraz açlığa katlanın ama önce bu CEHAPE’lilerden kurtulalım’ yerine ‘Ya bu Cumhuriyet Halk Partisi başka bir şey söylüyor, doğru söylüyor’ diye bizi dinleyen bir seçmene erişmiş olmak. Biz bu siyaseti sürdürdük. Biz AK Parti’nin kutuplaşma siyasetine.. Ben bunun içine bir çok şey sıralayabilirim. ‘Açın’ derseniz açarım. Hızlı bir şey söylemek gerekirse anayasa tartışmaları, teğmenler, Dilruba tartışmaları, efendim ‘İsrail bize saldıracak’, İsrail’in bundan sonraki… Bunların hepsi gerçek gündem konuşulmasın diye gündeme sis etkisi yapabilecek makro ve AK Parti’nin gündemi ele almaya yönelik tartışmaları. Son Suriye meselesini de gördünüz. Orayı dahi büyük bir soğukkanlılıkla, doğru bildiğimizi söyleyerek doğruya doğru diyerek, ama esas mesenin ne olduğunu söyleyerek devam ettik. Şimdi milletimiz görüyor. Bir yanda, ‘Suriyeliler niye gitsin? Suriyeliler gitmesin. İsteyen kalsın başımın üstünde yeri var’ diyen Erdoğan. Niye gitmiyor Suriyeliler? ‘4.5 milyonun 2.5 milyonu kalabilir’ diyor. Niye gitmiyor? Seçmen yapacak onları, oradan seçim kazanacak. Yani bu millet bundan ümidi kesti, bu da umudu Suriyelilere bağladı. Bunu görmemek için gönül gözü de kapalı olmak lazım. Nice gözü kapalı olup gönül gözü açık olanları biliyoruz. Bunu görmemek imkansız. O yüzden millet bunu da görüyor, bizim gibi ‘Ya ne başımızın üstünde. Bizim aşımızın üstünde ve işimizin üstünde oturuyorlar’ diyeni de görüyor. 76 ülkeden 86 partiye Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğine imza attıran Özgür Özel‘i de görüyor. Veya 77 ülkeden 86 partiye ‘Göçmen yükünün Türkiye’nin sırtında bırakılmaması lazım, paylaşılması lazım’ diye çalışan Özgür Özel’i de görüyor. ‘Ensar-muhabir ilişkisi içerisindeyiz’ diyen Erdoğan’ı da görüyor. Burada müsaade ederseniz grupta şöyle söylemiştim ama ilk kez bir canlı yayında şunu söyleyeyim. Vatandaşlarımız açısından çok kritik olduğunu düşünüyorum. Onu bir çıkarttırdım, konuşurken ifade etmiştim. Bakın diyor ya, ‘Peygamber efendimiz’ diyor ’Mekke’den kalktı’ diyor, ‘Medine’ye gitti’ diyor. ‘Ensar-muhacir ilişkisi var. Bizim kültürümüzde bu var’ diyor. Suriyeliler Türkiye’ye geldiler, baş üstüne geldiler. Şimdi Suriye’de savaş bitti, Esad var diye açıyor Esad’dan kaçıyorlar diye uluslararası hukuk çerçevesinde geçici sığınma vermiştik. Esad gitti ‘Kalabilirler’ diyor. ‘Yarısı kalsa ne olacak’ diyor. ‘Başımızın üstünde yeri var’ diyor. Bunu Suriye’den gelenlere söyleyen Erdoğan Özal’a ne diyor? Şunu söylüyor Özal’a. Bulgaristan’dan Bulgaristan’daki Bulgaristan Türkleri Türkiye’ye sığınıyor. Neden sığınıyor? O anda rejim Türklere karşı çok kötü davranıyor, soykırım tehlikesi va. Sınırımız geliyor. Dilimizi konuşan, şu anda da hepsi göçmen mahallelerimize gelmiş oturmuş canımız ciğerimiz, Bulgaristan Türkleri‘ne şunu söylüyor, Özal’ı eleştirerek: ‘Ne dedi Bulgaristan‘a? Gelin dedi.’ Bakın Bulgaristan‘a gelin demedi. Bulgar Türkleri’ne, Bulgaristan Türkleri‘ne ’gelin’ dedi. ‘Ne dedi diyor Bulgaristan‘a? Ne kadar varsa gelin. İsterse Todor Jivkov da gelsin.’ Böyle bir şey denmedi ama. ‘Gelin diyorsun ama bak Ahmet, Mehmet asgari ücrete talim. Ülke insanı aç, kadınını satıyor’. Özür diliyorum sizden. Aynen bu bugünkü Cumhurbaşkanının ifadesidir. ‘Kadınını satıyor, kızını satıyor. Sen buna çözüm bulamamışken ‘gelin’ diyorsun. Bunları nereye yerleştireceksin? Kapıkule‘de bir anons: Muamelesi biten soydaşlarımız istediği yere gidebilir. 780 bin kilometrekare emrinize amadedir. Tabii bu insanlar geldi, kim geldi, casus mu geldi ne geldi belli değil.”
“ERDOĞAN, ‘KARISINI VE KIZINI SATIYOR İNSANLAR TÜRKİYE’DE’ LAFINI SÖYLEDİ”
Şimdi Türkiye’de hafızası zayıf bir toplumuz. Bulgaristan Türklerinden Türkiye’ye gelip Tayyip Erdoğan’a oy veren bile var şu anda. Önemli bir çoğunluğu yoksulluktan, sıkıntıdan filan. Ama biz ‘Bulgar Türk’ü’ demeye utanırız, ‘Bulgaristan Türk’ü’ deriz. O diyor ki, ‘Ne oldu? Bulgaristan’a ne dedi? Gelin hepiniz, dedi.’ Oysa Özal şunu demişti; ‘Kapılar açık.’ Geldiler, Manisa Lisesi açıldı, teknik lise açıldı. Önündeki bağlayan Avni Gemicioğlu Caddesi’nde arabaların içinde yattılar. Bütün mahalle ayran götürdük, su götürdük, yemek götürdük. Bir şekilde o soydaşlarımıza sahip çıktık. Bir kısmı yerleşti, bir kısmı geri döndü. Kimseye zorla ‘git’ denmedi. Bunlar Bulgaristan Türk’ü. Bunlara karşı ‘Millet aç, açıkta, asgari ücret yetmiyor.’ Özür dilerim. ‘Karısını ve kızını satıyor insanlar Türkiye’de’ lafını söyleyen Recep Tayyip Erdoğan, bugün biz bu lafları değil ‘Suriye’de savaş bitti, artık geri dönüşünü planlayalım’ diyoruz, bize ‘Ensar, muhacir’ diyor. Burada bir samimiyet var mı? Bu cümleleri ta Özal’ın başta olduğu, benim 10’lu yaşlarımın sonunda, 20’li yaşlarımın başında olduğum günlerden, ben ‘Bulun şunu’ dedim. ‘Bunun böyle bir lafı var’ dedim. Duyduğumda da ayıplamıştım. Aradık, taradık. Geçen gün hatta bunu grup konuşmasında söyledim. Arkadaşlara ‘Tam metni bulun, eminim söyleyeceğim ben bunu’ dedim. Bulmuş, çıkarmışlar. İşte size Recep Tayyip Erdoğan, işte ensar, işte muhacir. Bulgaristan Türk’üne bu muameleyi yapıp, Suriye’den gelenlere de ‘Kalın artık burada, bana seçmen olun’ diyen bir anlayış.
“YANDAŞIN BORÇLARININ FAİZİNİ SİLMEYE HAZIRLANIYORLAR”
(Erdoğan’ın CHP’li belediyelere yönelik suçlamaları ve belediye borçları hakkında)
Şimdi birincisi, belediyelerin borçları toplam 100 lira. Bu borcun 10 lirasını belediyeler yapmış. 90 lirasını özel şirketler. Bu 10 liranın içinde sadece CHP değil tüm partilerin belediyeleri var. Hepsi birden 10 lira, 90 lira özel şirketler. Bu özel şirketleri ve bütün alacaklarını SGK’nın kanuna göre altı ayda bir ilan etmesi lazım. İlan etmiyor, neden ilan etmiyor? Çünkü bizim belediyeler sonlarda listeye girer mi bilmem ama ilk baştakilerin hepsi bu AK Parti’ye yakın, koruduğu, kolladığı ve bütün ihaleleri verdiği 40-45 tane yandaş şirket hepsi orada dolu. Çünkü hepsi biliyor ki, ‘Acele etmeyelim. Biz istediğimizde Tayyip Erdoğan bir talimat verecek ve Plan-Bütçe Komisyonu’nda bizim borçlar zaten affedilecek.’ Hatta önümüzdeki ay zaten bu borçların faizlerinin silinip, ana paralarının bölünmesiyle ilgili bir tasarı hazırlıyorlar. O yüzden ‘Silkele silkele’ diyor. Yani AK Parti’deyken, MHP’deyken belediyeler borcu yapmış, yapmış faiziyle dolmuş. Onlar ‘Nasılsa bizimkiler yakında af çıkarır’ diye ödememiş. Hatta ödeyen ile dalga geçmişler. Şimdi bizden, bize gelen İller Bankası ödeneklerinden faiziyle bu borçları tahsil edip sonra yandaş şirketlerine faiz affı ve taksitlendirme yapacaklar. Peki burada el koyduğu para kimin? El koyduğu para işte biraz önce konuştuğumuz; CHP’li belediyelerin sosyal yardım bütçelerine el koyuyorlar. O paralar, sosyal yardım bütçesi. Zaten nakit para nerede oluyor? Sosyal yardıma yönelik işlerde oluyor. Böyle atmaca gibi bekliyorlar. Örneğin Mansur Yavaş biraz önce pazarda teyzenin söylediği protein yardımı denen ayda bir kilo, iki kilo et verecek; o paralar yüklenirken atlıyorlar oraya veya sosyal yardımla ilgili nerede bir para görseler oraya atlıyorlar.
“‘HİZMETLERİ DURDURMADAN CHP’Yİ DURDURAMAZSIN’ DEMİŞLER”
Tabii buna karşı gerekli tedbirleri alıyoruz ama esas mesele Recep Tayyip Erdoğan 31 Mart seçim sonuçlarını bir ölçüde sindirmişti. Nasıl sindirdi? Dediler ki ona, ‘Bu yerel seçim, genelde öyle olmaz. Bu CHP’liler 89’da da belediyelerde büyük başarı elde etti, 94’te kaybetti. Şöyle olur, böyle olur’ dediler, durdu. Hazmedemediği sonuçlar 31 Ekim sonuçları. 31 Ekim’de Cumhuriyet Halk Partisi de AK Parti de belediyelerin devir teslim filan ilk bir ayı geçiyor, sonraki altı aylık performanslarını 31 Ekim’de ölçtürdü. Yüzde 58 memnuniyet çıktı CHP’li belediyelerden. Not ortalaması. Yani oy oranı yüzde 58’e denk gelecek şekilde bir memnuniyet. Oyunu 15 puan artıran var, 7 puan artıran var. Artırmayan yok denecek kadar az. Onlara yapılan yorum, bize yapılan yorumlara benzer. Diyorlar ki, ‘CHP’li belediyeler böyle giderse, CHP’nin gelecek genel seçimleri kazanmasına da vesile olacak bu iş. Çünkü millet, CHP’li belediyelerden memnun.’ Kuvvetle ihtimal bağırarak soruyor, ‘Nesinden memnun?’ diye. Biz de sorduk, ‘Neyimizden memnunsunuz?’ diye. İlk 10’da iki ve altıncı sırada yanılmıyorsam, kreşler ve öğrenci yurtları. Geri kalan sekiz, sosyal yardımlar. Yani Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin hoş geldin bebek paketinden tutun da protein desteğine kadar, et desteğine kadar, süt desteğine kadar, okul sütü projesine kadar, anne kart uygulamaları ki en başta yer alıyor. Bütün bunlar en beğenilen hizmetlerimiz. ‘Bunları durdurmadan CHP’yi durduramazsın’ demişler beyefendiye. Beyefendi de Sayın Erdoğan, bizi durdurmak için ilk önce yaz boyunca takip ettiğiniz talimatları verdi. En son Bakan’a, ya şurada basın toplantısı yapıyorsun, buradaki Bakan’a ‘Şunları biraz silkele’ der mi? Bu resmen gözü dönmüşlük artık yani. Bu yapmaya çalıştıkları hizmete mani olmak. Bunu millet görüyor, millet burada gerekeni yapar. Yok konsermiş, bilmem neymiş… Ya şu kadarını söyleyeyim. Şu anda öyle bir gündem yok. Neden yok? Çıkardık, gösterdik. ‘CHP’li belediyelerin yüksek konser harcaması’ dediğinin üstünde 65 tane AK Partili belediyenin konser harcaması var. Bir kere bu. İkincisi; üç sanatçı, yedi ayrı sahne, 29 Ekim sahnesi, bir de millet o konseri görmüş ve memnun kalmış. Bunları teker teker gördü vatandaşlar. Nasıl abartılar olduğunu ve esas bu konuda müsrifin AK Partili belediyeler olduğunu gördüler. Bir de şu dinazor parkı gördüler, Melih Gökçek’in nasıl milyonları, milyarları milletin cebinden çalıp oralara kattığını gördüler. Gördüler Melih Gökçek ‘metal yorgunluğu’ diye yani ‘ya FETÖ’cü, ya hırsızdır’ denip istifa ettirilmişti. Oğlunu milletvekili yaptı, oğlunun millet açlıktan kırılırken 300 metrekarelik yatak odalarında bilmem kaç dönüme yaptırdığı 600 milyon lira değerindeki malikanesini gördüler. Bu bahislerde AK Parti milletin gönlünde mahkum oldu zaten. Ne şarabıymış, ben anlamadım neden bahsediyor? Ama şöyle bir şey var; Recep Tayyip Erdoğan, CHP’li belediyelerle asgari ücret üzerinden bir bağ kuruyorsa, Cumhuriyet Halk Partili belediyeler -mesela biraz önce bana İstanbul’dan bana birkaç tane bildirim var- biz zaten emekçimize 50 bin liranın üstünde veriyoruz. Emekçinin emeğini sömüren kendi belediyeleri. Bugün 22 bin liraya mahkum eden insanları o. Asgari ücretlinin hakkını yedirmeyecekmiş. Biz sen asgari ücretliye 25 bin lira veriyordun da 3 bin lirasını aldık, konser mi yaptık? Biz Cumhuriyet Halk Partili belediyeler, AK Parti’den belediyeleri alırken birinci yalanları şuydu; ‘Geldiklerinde sosyal yardımları kesecekler.’ Gerçekleşme bire beş; 4,8. Yaptığımız sosyal yardım, AK Parti’nin bire beş katı artmış. Millet bunu görmüyor mu? Millet bunu gördükten sonra sen istediğin kadar ‘konser’ de. ‘Konser’ diye diye Allah göstermesin, kanser olsan yine de vatandaşım senin dediğine bakmaz.
“SURİYE MESELESİNİN MALİYETİ ÖYLE BİR RAKAM Kİ…”
(Erdoğan’ın grup toplantısına Fetih Suresi ile başlamasına, Suriye meselesine ilişkin)
“Dün genç bir arkadaş bir şey paylaşmış, çok hoşuma gitti: ‘Halep 82, Şam 83, asgari ücret 22’ yazmış. Halep’e, Şam’a plaka numarası bildiriyorlar, asgari ücret 22 bin lira. O yüzden vatandaşın gözünde bu işler yok. Şimdi Suriye meselesiyle ilgili esas söyleyeceğim konu şu… Suriye’de daha bu operasyon, harekat gerçekleşmeden önce bunlar malum böyle bir şeyler olacağını ve rejimin yıkılacağını belli oranda bu konudaki beklentileri AK trollere sızdırdılar. Bunlar Suriye’nin illerine plaka numarası dağıtmaya başlamıştı. Biz o zaman da söyledik, ‘Türkiye’nin verilecek bir karış toprağı yok ama kimsenin bir karış toprağında da gözü yok.’ Bu, Atatürk’ten bize miras. Sen bunu terk edersen, ‘Ben fetih yapıyorum’ diye oralara gidersen, biz bu filmi 2011 yılında gördük. 2011 yılında bu safsataları dile getirdiniz. Atatürk komşundaki devlet dışı unsurları muhatap kabul etmemeyi her zaman salık vermiştir, öğütlemiştir. ‘Al, getir, eğit, donat, yolla, savaşsın’; sonuç 4,5 milyon Suriyeli burada. Sen orada iç savaşı kışkırtırsan, ateşe benzinle gidersen, o ateşten kaçanlar buraya sığınır. 4,5 milyon sığınmacı geldi. 4,5 milyon sığınmacının, hani dediniz ya ‘Suriye ile ekonomi’ tam dediğiniz gibi toplam Türkiye’ye maliyeti 200 milyar dolar. Bu 200 milyar dolar para öyle bir para ki örneğin bugün asgari ücrete bulamadıkları kaynağın 400 katı bir para. Böyle bir paradan bahsediyoruz. Asgari ücrette bizim dediğimize erişmek için bulamadıkları kaynağın 400 katı gitmiş durumda. Örneğin biz ‘Emekliye bir asgari ücret verin’ diyoruz ya, onlar da ‘Veremeyiz’ diyorlar. Onlar 10 bini, 12 bin 500 yaptılar. ‘33 milyarımız var’ dediler, ‘Fazlasını veremeyiz.’ Bizim dediğimiz Türkiye’deki bütün emeklilerin maaşlarını en az asgari ücrete çıkarıyorsun ve bu parayla, Suriye’ye yollanan parayla 100 yıl boyunca bu maaşı ödeyebiliyorsun.
“BEN BU KADAR AHLAK DIŞI BİR SİYASET GÖRMEDİM”
Şimdi o yüzden 2011’de ‘Fetih, metih. Emevi Camii’nde namaz kılacağız.’ Bana diyorlar ki, ‘Gidip kılarsa şimdi?’ Kılsın, bu namaz o namaz mı? Arada 283 şehit, 200 milyar para, 13 kayıp yıl, 4,5 milyon da sığınmacı var. Şimdi bu namaz o namaz mı? Kaldı ki ben o zaman da doğru bulmam başka bir ülkede gidip namaz kılacağım filan. MİT Müsteşarı kıldı işte o namazı. Diyorum, ‘Allah kabul etsin’ de MİT Müsteşarı, devletin önemli bir memuruna mı düştü Erdoğan’ın 13 yıl sonra namazını kaza etmek? Olacak işler değil bunlar. Bu mantık; Fetih Suresi, hani Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıydık? O zaman nereyi fethettin? Fethettiğin toprak senin olur. Sen Suriye’yi fethettiysen, Türkiye haritası değişmedi. Fethetmediysen, milleti kandırıyorsun. Bu şu… Hep yapar, seçmenin kulağına söylüyor; ‘Efendim, açsın, yoksulsun, işsizsin, güvencesizsin ama tehlike büyük, bir sefer daha bana oy vermelisin. Yoksa bayrağı indirecekler, yoksa vatanı böldürecekler, yoksa ezanı dindirecekler.’ Bu, yoksul insanların yoksulluklarını gidermek yerine onları yoksulluğuna ikna edip, hamasi nutuklarla ve olmayan korkularla, gerçek dışı korkularla, vehimlerle onların korkularını yöneterek, onları açlıklarından, yoksulluklarından ve kendilerinden vazgeçirmek. Ben bu kadar ahlak dışı bir siyaset görmedim. Çok memnun olduğum konu şu… Biz bu yerel seçimlerde, bu tespitleri yaparak, kurultay salonunda bu tespitleri yaparak, daha sonra yaptığımız strateji toplantılarında bu tespitleri yaparak başardık. Bunun bu ‘vatan, millet, bayrak, ezan edebiyatı’na karşı Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okuna sahip çıkan, kapsayıcı bir milliyetçiliği samimi şekilde ifade eden ve bu konudaki herhangi bir şüpheye, herhangi bir iftiraya en net cevabı verebilen ama ‘esas meselenin her partiden yoksulların yoksulluğuna çare, işsizlerin işsizliğine çare, gençlerin umutsuzluğuna çare olmak olduğunu’ ifade eden bir siyasetin, onun bölen ve ‘biz ile onlar’ diye ayırana karşı bütün siyasi partilerin yoksullarına, işsizlerine dokunabilen bir siyaset olduğunu, yani dikine kesen değil enine dokunabilen bir siyaset olduğunu söyledik ve başardık biz bunu. Tayyip Erdoğan’ın bu süreçte bizimle bütün derdi, bizim bu siyasetimizden bir başka onun için elverişli kutuplaşma, şeytanlaştırma, karşılıklı çatışma siyasetine bizi zorlamaya çalışması. Buna teslim olmayacağız. O yüzden ben kendisine şunu söylüyorum. Öyle Denizli’de, Muğla’da, Erzurum’da, Malatya’da gidip de salonlardan kendi atadıklarına kendini alkışlatmakla, Atatürk’ün kurduğu partiyi bir grup kendi partisine yuhalatmakla olmaz. ‘Salon siyasetçisisin sen’ diyorum. ‘Gel sokağa çıkalım.’
“RASTGELE BİR SEMT PAZARINA İNDİM…”
Bakın ben bugün TÜRK-İŞ’e giderken rastgele bir semt pazarına indim. Anadolu Ajansı orada, ANKA orada, Demirören Haber Ajansı orada, hatta bazı televizyonlar canlı vermiş. Bana diyorlar ki, ‘Yahu çok riskli değil mi?’ Ya risk ne? Risk varsa o risk, bu ülkeyi bu hale getirenlerin. Pazarda dönüp adam pazarın hesabını benden soruyorsa, ben de o hesabı vermeye hazırım. Halk TV’yi daha sonradan gördüm. Bazen sessiz, bazen sesli pazardan canlı yayın. Rastgele pazara gidiyorsun, pazarcı orada, vatandaş orada, vatandaş derdini söylüyor. O yüzden şu an içinde bulunduğumuz siyasetin bir şeye ihtiyacı var. O da şu; toplumun 1980 sonrası demin söyledim, sendikalar, tüm sivil toplum örgütleri… Toplumun mücadele azmini önce darbeciler kırdı, son 22 yılda kah toplumu belli noktalarda sindirerek, kah hapisle tehdit ederek, kah kamu gücünü kötüye kullanarak, kah Anayasayı çiğneyerek bu iktidar bu toplumu sindirmeye çalışıyor. İşte cumartesi günü Tandoğan Meydanı’na gideceğiz. Şikayeti olan milyonların o meydana akmasını beklersin ama toplum öyle bir noktaya getirilmiş ki… Polislik sınavı oluyor. Bizim parti her hafta 9-10 bin üye kazanıyor. Şu an öyle bir trendimiz var. Çoğu da genç üye. Geçen hafta dediler ki, ‘Üye sayısı bin 500 artmış sadece.’ Dedim ki, ‘Niye gelmemiş?’ ‘Gelen var ama 8 bin küsür de istifa var’ dediler. Gençlik Kolları istifa edenleri bölüşüyorlar, teker teker arıyorlar ‘Niye istifa ettin kardeşim?’ diye. Sınav varmış, mülakat varmış. Polislik, bekçilik, bilmem neyle ilişkili. Dediler ki hepsi çok üzülerek, ‘İstifa ettik ama mülakat var.’ Partiye yeni üye kazandırmışsın. Bu işsizlikte bir mülakata girecek, bir haftada 7-8 bin kişi istifa ediyor. Sonra mülakat geçiyor, geri geliyor filan. Sırf çocuklar olsa neyse, dedeler istifa ediyor. Manisa Alaşehir’de ‘Sen kaç yıllık partilisin? Yaşın kaç?’ dedi. O zaman 47’ydi, ‘47’ dedim. ‘Ben’ dedi, ‘67 yıllık partiliyim.’ Hüngür hüngür ağlayarak üyelik kaydını sildirdi torun mülakata girecek diye. Böyle hikayelerimiz hiç az değil. Söylemek istediğim meselenin özü şu; artık cesaret gösterme zamanı. Artık ayağa kalkmak lazım. Yerel seçimde ‘Kalkın ayağa, alın bu seçimi’ dedik. Kalktık ayağa o seçimi aldık. Şimdi bu iktidarı değiştirmek için sadece CHP’lilerin değil; bu toplumda bu asgari ücrete isyan eden herkesin, bu emekli maaşına isyan eden herkesin, bu pazardaki yangına, bu cüzdandaki yangına, bu mutfaktaki yangına itiraz eden herkesin ayağa kalkması lazım. Herkesin kendi davasına sahip çıkması lazım. Biz o konuda üzerimize düşeni fazlasıyla yapacağız.
“ERDOĞAN MİLYONLARCA AK PARTİ YANDAŞI ASGARİ ÜCRETLİYİ SATMIŞTIR”
Dün mesela sosyal medyada görüyorum. Tepki büyük oranda iktidara. Yahu çok sevdiğimiz sanatçılar, bir ses sanatçısı, ‘Efendim tweeti biz de atarız, bir şey yapın.’ Bir şey yapacağız, bu sabah toplantı, onu yapmışız, bunu yapmışız… Yazdım kendisine dedim ki, ‘Değerli hanımefendi biz 14 mitingi yaptık, hangisine geldin?’ Cevap yok. Son üçüne ben özel çağırdım seni, geldin mi? Çünkü hep eleştiriyor, eleştiriyor muhalefeti filan. Gel mitinge. Hayvan haklarını savunuyor. Yaşam hakkı mitingi yaptık kadın, hayvan ve doğa için. O mitinge geldin mi Beşiktaş’ta? Gelmedin. Hakkı yenen işçilerle ilgili yaptık, gelmedin. Emekliyle ilgili yaptık, gelmedin. Atanmayan öğretmenle ilgili yaptık, gelmedin. ‘Ya bir şey yapın, tweeti biz de atarız.’ Tweet atmasak ‘Tweetini göremedik’ diyorsun, tweet atınca ‘Sen bir şey yap.’ Yapıyoruz kardeşim. Zaten bir yıldır bir şeyin fazlasını yapıyoruz. Şimdi ‘Bir şey yapılsın’ diyen herkesi Tandoğan Meydanı’na, sonra da Türkiye’nin dört bir yanında yapacağımız her türlü hem mitinge hem saha etkinliğine çağırıyoruz. Pazara mı gidiyoruz, gel pazara sen de anlat bizimle beraber. Yani artık sokağa çıkmanın ve hakkını almanın zamanıdır. Bu konuda biz hiçbir eksik bırakmayacağız. Ama böyle evde oturup, bir elde televizyon kumandası umutsuz oturmak yerine kumandayı bir kenara atsınlar, sokağa çıksınlar, mitinge gelsinler. Televizyon karşısında tweet atmak yerine veya Facebook’a bakmak yerine, ona, buna bir şey söylemek yerine kalksınlar mitinge gelsinler. Miting meydanları dolduğunda, sokaklar dolduğunda bambaşka bir şey olur. Hiçbir siyasi partide, hiçbir siyasetçi, hiçbir sendika insan olmadan bir iş yapamaz. Dünyanın en iyi hatibi, eğer karşısında onu dinleyen bir kitle yoksa söylediği sözle kimseyi ikna edemez. Dünyanın en iyi sendikası, en iyi örgütleri kendi çağrısına ses veren binler, on binler, yüz binler, milyonlar olmadan bir şeyi değiştiremez. Bir milyon kişi Ortadoğu’da rejim değiştiriyor. Bir milyon kişi bir meydana iner, rejim değişir. Türkiye’de ben ‘Meydana inip rejim değiştirelim’ demiyorum. Meydana inelim, o rejim zaten değişecek. 1 milyon kişi inip de erken seçim mitingi yaptığında o sandığı bizden kaçıramazlar. Ertesi sabah 2 milyon kişi olacağımızı bildikleri için. O yüzden bu kadar hak yenilirken, bu kadar haksızlık varken bu haksızlıklara karşı işte enseyi karartmak veya gençlerde çok ağır bir refleks, fırsatını bulup yurtdışına gitmek veya birbirine sarmak yerine hedef belli, bütün bir muhalefet -ki bu muhalefetin içinde dün iktidara oy verenler de dahildir. Dün gece onları da sattılar işte. Recep Tayyip Erdoğan dün gece milyonlarca AK Parti yandaşı asgari ücretliyi satmıştır. 100 binlerce MHP’liyi satmıştır. Oyunu alırken ağzına bir parmak bal çalmıştır, sonra satmıştır. Sonra da sizin dediğiniz gibi belki de üç sene sonra bir kez daha kandırırım. O hesabın içine yönelmektedir.
“BİZ O TARTIŞMALARI KURULTAYDA BIRAKTIK AMA…”
(Gelecek Partisi’nde yaşananlar ve muhalefette iktidarla yakınlaşmanın sürmesi halinde yeni anayasa veya erken seçim senaryosuna ilişkin CHP’nin planlarının sorulması üzerine)
Bu ilk isim değil tabii. Çünkü bir tane, ona da söyleyecek söz bulamam da. Son gece bir telefon gelir işte bir çok partiye ittifak ortaklarımıza verilmiş. İYİ Parti’den bir telefon gelir, ve altı tane daha isim bizim listelerimize İYİ Partililer yerleşir. Onların içinden beşi seçilemedi. Çünkü sınırdaydılar. Bir tanesi İstanbul’dan seçildi. Ersagun mu ne öyle bir ismi var. CHP listesinden girdi, İYİ Parti’ye geçti, seçimin ertesi günü. Sonra da AK Parti‘ye geçti. O gözden kaçmış olmasın. Ki en ağır sözleri AK Parti‘ye söyleyen sonra da çok kirli ilişkilerle o tarafa giden, hadsiz, çok böyle rahatsızlık verici bir süreci yürütmüş yani AK Parti’yi en ağır sözleri söyleyen birisi. Bir rica üzerine İYİ Parti‘de listede yer bulunamamış kendisine, CHP listesine gelir. O CHP listesinden de seçimin ertesi günü İYİ Parti’ye döner. İYİ Parti’den de bir takım kirliliklerin de konuşulduğu bir sürecin içinde, yani gerçekten utanç duyduğum bir sürecin içinde AK Parti’ye geçer. Hani şey bir başka, eski AK Partili, bir parti kurmuş, bizim listelerden girmiş. O günkü ittifak tartışmalarına verilen rakamlara falan asla girmeyeceğim. Biz o tartışmaları kurultayda bıraktık ve bambaşka bir noktadayız. Bundan sonra var gücümüzle de çalışıyoruz hep beraber. Ama o kişi partisine döner falan da bu sosyal demokrat yapıda birisi İYİ Parti’de siyaset yapıyor da ‘Size emanet edelim’ deyip, AK Parti‘ye en ağır benim söyleyemeyeceğim sözleri söyleyen, Tayyip Erdoğan’a en ağır sözleri söyleyen birisi bir gece bizde, öbür gün İYİ Parti’de sonra olmadık ilişkilerle orada. (Ersagun Yücel sanıyorum) O, ne söyleyeyim, ona ne söyleyeyim. Bir gün ona bir şey söyleyeceğiz. Bir gün onun o bütün o ilişkilerini ortaya döküp insan içine çıkamayacak hale getireceğiz. Ama o bilgilere, o verilere o gün ihtiyaç var. O gün şey yapacağız. Kimseye bu kadar hırslanmam ama öyle bir şekilde geldi ki, çünkü İstanbul’da aslanlar gibi bir Cumhuriyet Halk Partili son gece İYİ Parti’nin bir ricası üzerine geriye kaydı, yerine bu geldi. ‘Bu sizden’ denildi. Çünkü geçmişte de bize gelip bizde siyaset yapmaya çalışıyordu. Sonra bir gün bizde bir gün İYİ Parti‘de, AK Parti’de. Hem de ne şeyler. Neyse yani bunları duyunca çıldıracak gibi oluyorum da hatırlayınca. Şöyle bir durumumuz var. Cumhuriyet Halk Partisi kendi listelerinden seçilmiş, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nde siyaset yapan arkadaşlarımıza, o seçimde bir ittifak içinde bir araya gelmişiz. Partiler kendi içinde bunu tartışırlar ama o milletvekili olan arkadaşların bir günahı yok. Pek çoğuyla çok yakın, çok iyi ilişkiler içindeyiz. Partilerine aidiyetlerini sürdürmelerini ümit ediyoruz. AK Parti’ye bu tek örnek olmasını isteriz. Birkaç kişinin daha adı geçiyor, bilmem ne. Ama bir tek şöyle bir şey var. Hak var, vicdan var. Cumhuriyet Halk Partisi listesinden giderken AK Parti’ye karşı, bu saray rejimine karşı o istendi ve o oylar verildi. Şu kadar hani kul hakkı dediğiniz mesele, seçmenin bir hakkı varsa o 6 okun altına o şeyi basarken hani sizin isminizi altında gördü diye basmadı. Bu giden arkadaşa söylüyorum. Siz Cumhuriyet Halk Partisi ile birlikte partiniz bu saray rejimini değiştirme ile ilgili 2 bin 300 maddelik bir hazırlığı olduğu için ve bu rejimi değiştireceği için yaptı. Bu rejim sürsün istiyorduysa AK Parti’ye oy atardı. Rejim değişsin diye oy alıp şimdi AK Parti‘ye gitmenin ahlaki bir zemini yok. Ama seçildiği partilerde ya da o partisi ile çelişkisi olan arkadaşlar var. Demokrat Parti’den iki arkadaşımız aslan gibi, istifa etti. Aslanlar gibi duruyorlar. Nerede duruyorlar? Muhalefette duruyorlar. Ve asla da akıllarından bir şey geçmiyor. Dün akşam da bir tanesi Cemal Bey demiş ki, ‘Muhalefetin çağrısını bekliyoruz.’ Biz bugün ‘Mitinge gidiyoruz’ dedik. Hemen tweet atmış ‘Geliyoruz’ diye. Bunun yanında Salih Bey. Ben kendisini istifasından sonraki ben Demokrat Parti ile de ilişkilerimiz gayet iyi ama kendi kararları. Geçmiş olsun, hayırlısı olsun dediğimde ‘Ya CHP nasıl bir parti’ dedi. ‘Bütün İzmir beni aradı’ dedi. ‘Yani böyle bir partinin listesinden seçildiğime ne kadar memnunum bilemezsin’ dedi. Şimdi böyle iyi örnekler de var. O Ersagun meselesi kötü örnek ama onun dışında veya Deva Partisi’nde pırıl pırıl arkadaşlarımız, Gelecek Partisi’nde, Saadet Partisi’nin parti disiplini, teşkilat disiplini, 81 ile birlikte çalıştık. Yani biz kendi içimizde o 39 milletvekili meselesinin iç muhasebesini yaptık. O meseleyi kendi kurultayımızda tartıştık ve bıraktık. Bundan sonra birlikte çalışıyoruz. Biz Türkiye İttifakı’nda birlikte olduk bu yerel seçimlerde. Gelecekte Adı Türkiye İttifakı olur, Millet İttifakı olur ama mutlaka tek başımıza seçimde yüzde 51’le cumhurbaşkanı seçtirme noktasında değilsek tüm partilerin desteklerine, tüm seçmenlerin desteklerine ihtiyacımız var. Biz bu yerel seçimde de çiçeklerimizi aldık, ittifak için ziyaretlerimizi yaptık. Olmadı ‘Canınız sağ olsun’ dedik devam ettik. O yüzden muhalefette bir bölüme bir tartışma, AK Parti’nin böyle oyunları olabilir ama ben muhalefet liderlerinin de çok samimi olduğunu düşünüyorum. Bunu hissediyorum. Hatta şunu söyleyeyim, ben örneğin Rabat’a gidecektim. Rabat’a giderken o gün de Meclis’te son gün konuşmaları vardı. Normalde takip etmem beklenir benim Meclis’e önem veren de bir Genel Başkan olarak. Ben bütün liderleri aradım teker teker. ‘Görüşmeleri izleyemeyeceğim, kusuruma bakmayın. Çok önemli bir toplantı, gündemimiz şudur, orada olmam Türkiye için, Kıbrıs için, İsrail karşısında Filistin haklarını savunmak için önemlidir’ dedim. Hepsiyle de gayet vedalaştık, ayrıldık ve gittik. Yani muhalefet liderleri ile, muhalefet partileri ile de oldukça iyi bir ilişkimiz var.
“İTTİFAK GÖRÜŞMELERİ OLUR AMA HERKES KENDİ KOŞUSUNU KOŞTUKTAN SONRA”
Ama şöyle bir şey de söyleyeyim, teknik olarak. Bunu kimseyi suçlamak için söylemiyorum ama geçmişte yapılan bir hatamızdan ders almak için söylüyorum. Biz geçen seçim bitti, ittifak görüşmeleri başladı. Önce dört parti, sonra altı parti, her ay toplanma. Altı partiyi belinden zincirle birbirine bağladık. Biri koşacak öbürü mani oluyor. Öbürü gidecek öbürü mani oluyor. Bence ittifak görüşmeleri elbette olur ama bu ilk başta partilerin serbest koşuşuna, bir sosyal demokrat partinin kendi sol perspektifiyle kendisini çözüm önerilerini anlatmasına, bir milliyetçi demokrat partinin, bir muhafazakar demokrat partinin bu konularda kendini ifade etmesine, birbiri üzerinden etki engel teşkil etmemesi lazım. Herkes kendi koşusunu koşar, menzile makul bir mesafe kaldığında ittifak yapılır. Ve oradan sonra birlikte koşulabilir. Önce tartıya bir çıkılır, herkesin o anki durumu ortaya çıkar. Ona göre de adilane ittifak görüşmeleri olabilir. O yüzden de ben bu meseleyi şimdiden birbirini sınırlayan ve sürekli işte bir araya gelen ve devamlı bir araya gelen ve bir çözüm üretmeyen bir yapı görüntüsüyle vatandaşta bir ‘Ya iktidara gelirlerse de böyle mi olacak’ diye bir olumsuz algıyı pekiştirmek yerine, ‘Çatır çatır siyasetçi bunlar, bu tarafta bu var, bu tarafta bu var. Bu güç birliğinde de umut var’ noktasına gelecek bir sürecin yönetilmesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum.
“AK PARTİ’NİN YÜZDE 50’YE ULAŞMA İMKANI YOK”
(AK Parti’nin yüzde 50’ye ulaşma imkanı olup olmadığı hakkında) Yüzde 50’ye ulaşma imkanı yok. Kararsızlar dağıtılmadan yüzde 30’a ulaşma imkanı da yok. AK Parti’de 31 Mart seçimlerinden sonra ciddi bir gerileme var. Cumhuriyet Halk Partisi ile AK Parti arasında bizim takip ettiğimiz altı tane ankette son yedi aydır sadece bir ay o da iki firmada AK Parti birinci çıktı. O da maalesef Eylül ayı sonunda yapılan anketlerdi. Çok başarılı bir kurultay geçirdik ama kelime bulutumuzda geçim zorluğu, enflasyon, hayat pahalılığı, asgari ücret, zam yerine delege, kurultay gibi parti içi kavramlar kelime bulutumuzu kapladığı için -ki ben ona çok önem veriyorum. O topluyor ağzımızdan çıkan her kelimeyi, yapay zeka ve ayın kelime bulutu çıkıyor. Ne konuşmuşuz? Kim ne konuşmuş?- Orada bir miktar bir gerilememiz olmuştu. Parti içi meselelerle ilgili en ufak tartışma Cumhuriyet Halk Partisi’nin birazcık hani yukarıya doğru giden ivmesini biraz aşağı doğru değilse de paralele doğru yakınsayan bir şey yapıyor. O yüzden de bizim halkın gerçek sorunlarını konuşmak gibi bir iktidar reçetemiz var. 31’inde de işlemiş bir reçete. Bu reçeteye sadık kaldığımız sürece benim endişem, kaygım yok. Geçtiğimiz günlerde iktidara böyle daha yakınlığıyla bilinen, geçtiğimiz aylarda da CHP’yi birinci parti çıkardığından dolayı saray tarafından maddi ve manevi şiddete uğradığı söylenilen bir firmada AK Parti’yi birinci olarak birkaç puan önde gördük. CHP’yi önde göstermişti ve ben anket firmalarının öyle tanımlanmasını düşünmüyorum ama gördüğü muamele açısından maddi, manevi bir şiddete uğramış bir firmada bunu gördük. Şöyle bir şey yapılmaya çalışılıyor. Bütün anket firmalarına elde bulunan kamu gücü üzerinden falan ‘Ya işte örneklemlerinize dikkat edin, Suriye’de çok büyük şey var, iyiye gidiyoruz şöyle böyle haydi haydi haydi’ yapıyorlar. Ve AK Parti’yi birazcık önde çıkarmaya ilişkin bir gayret var. Ama sahada olan anket firmalarından bize bildirilen, daha raporlarını görmedik. Suriye’nin öyle abartıldığı gibi bir etkisinin kamuoyu araştırmalarına yansımadığı. Kendi tecrübemden söyleyeyim. Duygu durumunun yüksek olduğu zamanlarda böyle yanılsamalar oluyor. Hatırlayın bir anket firmasını. Devlet Bahçeli çıkmış konuşma yapmış, ‘Abdullah Öcalan gelsin bu kürsüden konuşma yapsın’ diye. ‘DEM kürsüsü’ diyor ama aynı kürsü. Ondan sonra Cumhuriyet Halk Partisi biz de demişiz ki ‘El yükseltiyoruz biz Kürtlere devlet vaat ediyoruz’ deyip ironi yapmışız. ‘Bütün Kürtlerin kendisini ait hissedeceği gerçek demokratik atılımları yapalım.’ Apo’yu getirmek değil, bir terör örgütünün lideri ile ilgili bir tasarruf değil demokratik açılım söyledik. Bunu bir parti kesmiş ‘Kürtlere devlet vaat ediyorum’ kısmını, onun şeyini yapmış falan. Dört gün sonra bir anket yayınladılar. Efendim MHP hatırlamıyorum sekizden 2.5’a düştü, CHP 33.5’tan 22’ye düştü, CHP oylarının yüzde 33’ünü kaybetti. Hani mevcut oylarının. O zaman da dedim, arkadaşlar biz böyle dönemde anket yap desen firma yapmıyor. Duygular çok yüksek, yalan yanlış sonuç alırız. İki, bu kadar kısa sürede böyle bir örneklem mümkün değil. Sakin olun, gelecek aya bakın, öbür aya bakın falan. Hiçbir firma öyle bir sonuç bulmadı. Hatta şöyle deniyordu, bir arkadaş açıklama yapmıştı, İYİ Parti ile ilgili. İşte ‘30’dan fazla milletvekili bugün İYİ Parti‘ye katılacak, önemli miktarı da CHP’den’ falan filan diye. O ankete de dayanarak. Orada bir köpürme meseleleri falan. Siyasette bunlar var, yani yapan yapar olan olur. Sonucu olmaz. Seçmen hele hele sandığa gittiğinde gerçek duygularla, bu anket meselelerinde de meseleler yatıştıktan sonra oturulur. Yani şu kadarını söyleyeyim bir anket firması şunu söyledi, ‘Ya şeyde çok haklısınız’ dedi. ‘Ben size başta kızdım’ dedi. Bir anket firmasının yöneticisi. İsrail Türkiye’ye saldıracak meselesinde kapalı oturum isteyince. ‘Biz o sırada sahadaydık’ dedi. ‘Erdoğan bunu söyledi’ dedi. ‘Biz de ‘En büyük sorunuz nedir?’ diye soruyoruz’ dedi. ‘Birkaç yıldır yani seçimden beri özellikle sürekli ekonomi hayat pahalılığı falan filan güvenlik aşağıda iken, güvenlik yukarıya doğru çıktı ve İsrail Türkiye’ye saldırabilir, İsrail’in Türkiye’ye saldırma sorunu öne çıktı’ dedi. ‘Sahadayız. Çok sıcak’ dedi. ‘Anketi kestik bir on gün bekledik’ dedi. Çünkü böyle bir anda o lafın üstüne. ‘O sırada siz kapalı oturumu talep ettiniz. Sonra da çıkıp dediniz ki bir şey söylense gizliydi ama söylenmeyeni söyleyebilirim. İçeride bilmediğimiz hiçbir şey konuşulmadı. 3-4 gün sonra yani anketi bıraktıktan on gün sonra yeniden sahaya çıktık’ dedi. Ve tak yine ekonomi yukarıda İsrail düşmüş. Yani Erdoğan ‘İsrail Türkiye’ye saldıracak’ deyince o günlerde duyguda en büyük sorun bu. Eğer Erdoğan’a inanıyorsa ‘Eyvah diyor şimdi İsrail jetleri gelecek memleketimi bombalayacak.’ Onun için en büyük sorun o. O yüzden bu anket işlerinde bir, manipülasyon, iki, sahada duygu durumu çok yüksekken ölçüm hataları hep olur. Ama ben şunu söyleyeyim, işte Ocak ayının sonunda çıkacak anketlerde Suriye’den ziyade bugünkü asgari ücret ve ekonominin tekrar sonuçlara damgasını vuracağına yürekten inanıyorum.”
“O KONUŞMASINI SOMUTLAŞTIRMASINI İSTİYORDUK”
(MHP Genel Başkan Yardımcısı Fethi Yıldız’ın açıklaması ve partilerden kopanların AK Parti saflarında yer alarak anayasa değişikliği için aritmetik çoğunluğu sağlaması üzerine) Gördüm de Fethi Bey böyle yapıyor. ‘Gel konuşalım’ diyoruz, son anda randevuda ‘Ya ben gelmesem’ falan filan yapıyor. Şimdi ben Fethi Bey’i önemsiyorum. Şu açıdan önemsiyorum.
Fethi Bey Milliyetçi Hareket Partisi’nin hukuk politikaları noktasında önemli birisi. Bizim kendisiyle ciddi tartışmalarımız falan vardır ama insani ilişkiler açısından da selamımızın, sabahımızın birbirimize saygı çerçevesinde bir iletişimimiz vardır. Geçtiğimiz günlerde de kayyumlarla ilgili çok önemli bir açıklama yapmıştı. Biz de bunu kıymetlendirdik ve bir heyet oluşturduk, ‘Fethi Bey’in de bulunduğu bir heyetle görüşelim’ dedik. Birkaç saat kala heyetten çekildi. Biz Fethi Bey’in o konuda somutlaşmasını istiyorduk. Mutlaka çok haklı mazereti vardır, insani mazereti vardır, bir şey demem. Bu yaklaşımı Alice Harikalar Diyarı’nda değil Reis Harikalar Diyarında olmuş. Recep Tayyip Erdoğan için umduğunu Suriye için ‘Anayasa yaparken biz bilemedik siz doğrusunu bilin’ derken, ‘Şam sana söylüyorum, Ankara sen anla’ yapmış. Ama tekrar söyleyeceğim, hem diğer siyasi partiler adına konuşmak benim hakkım değil ama bu siyasi partilere oy veren seçmenin temel motivasyonu tek adam rejimine itirazdı. Ve hepimiz biliyoruz ki güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır. Bu insanlık tarihinin bin yıla yaklaşan parlamento deneyimlerinden ve son 300 yıldaki modern parlamento anlayışından hareketle denge denetlemenin olmadığı, iktidarın kişiselleştiği ve kişisel kararların kurumsal kararların önüne geçtiği tek adam rejimlerinin sonu hep felaket oldu. Sonuncusu Suriye’de. Ondan önce Irak’ta. Ondan önce Libya’da. Demokrasiden tek adam rejimine de evrilen ülkelerde, demokrasiler çok şey kaybettiği gibi o ülke ekonomik olarak da çok şey kaybediyor. Toplumsal olarak da çok şey kaybediyor. Tek adam rejiminden demokrasiye gidenlerde de çok hızlı bir yükseliş oluyor. O yüzden Türkiye’nin hedefi Atatürk’ün gösterdiği yöndür. Türkiye’nin hedefi daha çok demokrasi, daha güçlü parlamento, kuvvetler ayrılığı, hukuk devletidir ve zenginleşen bir ülkedir. Bunu yapan ülkelerde 55 bin dolar milli gelir var. Tersini yapan ülkelerde liderler zengin, yatlar katlar uçan saraylar, yüzen saraylar, büyük saraylar var. Halk fakir. 4 bin 500 dolar milli gelir var. Bir ülke feraset sahibi insanlar, bu ülke tek adam rejimlerini de gördü, darbe dönemlerini de gördü, demokrasinin getirdiklerini de gördü. Şimdi artık yeni bir anayasa değişikliği ile sınırsız seçilme yetkisi falan filan ki sadece öyle bir şey olsa ben Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığından falan korkan birisi değilim. Beni yakından tanıyanlar gayet iyi bilir. Onu 31 Mart’taki gibi bir kez daha yenmeyi de çok isteriz. (Siz böyle deyince kızıyorlar) Ben aday olmasını değil, şu anda gelirse bir an önce seçim olmasını istiyorum, bir. Anayasaya rağmen bir adaylığa geçmişte de ‘evet’ demedim şimdi de demem. Ama geçmiş dönemde partimizin yetkili kurumları, kendisinin zaten YSK tarafından adaylığının meşru görüleceğini, onun adaylığına karşı çıkmanın sanki ondan çekinmek gibi olacağını değerlendirdiklerinden o karar uygulandı ve bunu savunanlar da haklı çıktılar. Partimizde. Bir başka parti YSK‘ya başvurdu HKP’ydi galiba. YSK dedi ki ‘Bu ikinci dönemidir. O yüzden de aday olabilir’ dedi. Yani bizim partimizde de ben aday olmaması gerektiğini savunanlar içindeydim. Ama söz hakkı olanlar, oy hakkı olanlar arkadaşların önemli kısmı böyle düşünüyordu ve verilen kararın doğru olduğu da ortaya çıktı. ‘Zaten onu adaylaştıracak YSK’ dendi. Kızanlar o kısmına kızıyorlar o işin. Ama bu sefer eğer seçimler zamanında olursa zaten YSK‘ya göre de aday olamıyor. Ancak erken seçimde oluyor. Ben de diyorum ki biraz önce sizin sorunuzun içinde bir yerde vardı. Son birkaç ayda, son bir yılda gelip de ‘Efendim ben aday olacağım’ dersen biz orada yokuz. Eğer yeniden aday olmak istiyorsan, cesaretin varsa beş yılın ortası, 2.5’u bizden gitti 2.5’u da sen koy ortaya. Seçilirsen bir 2.5 daha kazanırsın. Kaybedersen hakkımızı geri almış oluruz yaklaşımıyla işte ‘2025’in kasım ayında gel sandığı koyalım’ diyoruz. Bu başka bir perspektif. Ama şey meselesini doğru yerden okumak lazım. (2027 telaffuz ediliyor bu aralar, AKP’nin seçim planı olarak.) Biz orada yokuz. Biz orada yokuz. (AKP sizin yokluğunuzu başka hesaplarla doldurur mu?) Onu AKP yapar. O hesapların muhatabı. Biz orada yokuz diyoruz ama o hesapları muhataplarına sormak lazım. Ben şimdi başkası yerine bir şey söyleyemem. Şimdi nasıl diyeyim filanca parti de buna karşı çıkar veya çıkmalıdır. Yetkili kurullarını toplarlar, hesaplarını yaparlar. Öyle bir şey olup da Tayyip Erdoğan yeniden aday olmanın yolu açılırsa ki şu anda Erdoğan AK Parti’nin adayı değil yani. AK Parti net bir cümle söylüyor. ‘Seçimler zamanında yapılacak.’ Bu ne demek? Erdoğan aday değil. O zaman soru AK Parti’nin adayı kim? (Farklı bir aday olabilir mi?) Ne olacak seçimler zamanında yapılırsa bir tek Erdoğan aday olamaz içlerinde. Şimdi insanlar diyor ki AK Partili, ben şimdi onlardan duyduğumu söylüyorum. Siz de aynı şeyi duyuyorsunuz. ‘Seçimler zamanında yapılacak’ diyorlar. ‘Öne alacağız’ falan demiyorlar. Seçimler zamanında yapılacaksa Erdoğan aday olamıyor. Erdoğan dışında hepsi olabiliyor. Yok seçimler erken yapılacaksa, bizden bir destek istiyorlarsa gelsinler 2025 Kasım’da yapalım. Mesele bu. Ama Erdoğan kimin adayı? MHP’nin adayı? Çünkü MHP Erdoğan’ın adaylığını istiyor, bunun için de anayasada değişikliği istiyor. Orada da biz anayasada değişikliğini böyle Erdoğan için yapmayız, her doğan için yaparız. Onu da önümüzdeki seçimlerde milletimiz parlamentoya ‘Evet siz diyordunuz ki biz güçlü bir parlamento vaat ediyoruz, biz de size oy verdik, iktidar yaptık. Milletin önüne güçlü bir parlamento vaat eden anayasa yapım süreci ile gelin, öyle bir şey de dayatmayın, bütün toplumu, bütün partileri kapsayın. Güçlü bir parlamenter sistemi getirecek, kuvvetler ayrılığını ve hukuk devletini getirecek, dolayısıyla Türkiye’yi zenginleştirecek bir anayasa getirin’ diyecek milletimiz. Onu da gelecek seçimlerden sonra yapacağız.
“İKTİDARI SEÇİME ZORLAYACAĞIZ”
(Adayın belirlenmesi hakkında)
Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’ye vaat ettiği yaklaşımı kendisi de benimsiyor. Kararların tek kişi tarafından alınmadığı. Ben Genel Başkanı olduğum, odamıza girdik, işte birlikte geldiğimiz arkadaşlarımız bir süre sonra müsaade istediler. Ben de bir gidip koltuğa oturacaksın sonuçta. Koltuğa oturmadan önce kendi kendime bir söz verdim. Dedim ki ‘Bir daha seçim kaybetmemek için bu partinin önündeki tüm engelleri kaldıracaksın. Başta kendi hırsların ve heveslerin olmak üzere.’ Ve o gün karar verdim, bunu söylememem gerektiğini savunan çok eşim, dostum, arkadaşım gazeteci var. ‘’Aday değilim’ deyip kendini denklemin dışına çıkarma, böyle olunca işte anketlerde sen aday değilsen kimse senin adını söylemez. Bu sefer Özgür Özel güçsüz derler, bilmem ne derler falan’ diye. Ben kendim bunu ortaya koydum. Bu şu demek. Ben bu partinin iktidarının önünde ne engel varsa kaldıracağım. Aday belirleme sürecinde yapılabilecek tüm hatalar, tüm eksiklikler buna dahil. Benim tek başıma bir şeye karar vermem yerine eğer bir aday toplumsallaşarak ve itirazsız, tam bir mutabakatla adaylaşıyorsa ne ala. Adaylaşmıyor, birden çok ihtimal görülüyorsa da orada kararı tek başıma ya da üç beş kişiyle bir kurulla, bir grupla vermek yerine en geniş katılımla vermeyi tercih ederim. Çünkü ne kadar çok kişi karar verirse o kadar az hata yapılır. Şu programdan çıkınca vereceğiniz bir kararı siz tek başınıza söylerseniz hatalı olma ihtimali yüzde 50’yse, üçünüz birlikte yaptığınızda bu ihtimal çok da düşük. Yüzde 12,5’luk bir ihtimale düşürürsün sadece yüzde 50 hata payı varsa. Üçünüzün birden aynı hatayı yapma ihtimaline baktığınızda. O yüzden ne kadar çok kişi karar verirse o kadar genel kabul görür, o kadar toplumsallaşır. Ben en doğru adayı, seçim kazanacak adayı, kazandıktan sonra Cumhuriyet Halk Partisi’ni, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda en iyi temsil edecek adayı, güçlü bir parlamentoya dönme noktasında kuvvetler ayrılığını kurma noktasında, hukuk devleti noktasında ve Türkiye’yi kalkındırma noktasında bunu en iyi yapabilecek adayı ve Türkiye’yi yeniden demokrasiye taşıyacak adayı kararlılıkla ve büyük bir başarıyla ve beceri ile belirleyeceğimizi düşünüyorum. 2025’te biz seçim için bastıracağız. Seçim bir takvim işi sonuçta. İktidarı razı etmeniz lazım. Olmayan seçime aday belirleyeceğiz diye bir şey. Martta Nisan’da. Bunu şundan söylüyorum. Seçim 2025 Kasım’da olacak dediğinize katılırım. Ama biz bu seçime iktidarı zorlayacağız, iktidar seçimden kaçıyor, seçim şartları, seçim ortamı oluşmadan da kendiliğimizden bir aday açıklama, bambaşka bir strateji gereği adayı erken açıklamayla ilgili bir kararımız yoksa, öyle bir şey için şimdiden bir şey söylemiş olmayayım.
“TRUMP’IN SÖZLERİNE SEVİNENLER YARIN ÇOK ÜZÜLEBİLİR”
(ABD’nin seçilmiş başkanı Trump’ın Suriye konusunda Türkiye ve Erdoğan’a yönelik sözleri hakkında)
Trump, öngörülemez bir lider ama Trump’ın Erdoğan hakkındaki sözlerine çok sevinenlere gerçekten çok şaşırıyorum. Oradaki tonu fark etmemişler. O ton benim çok utanç duyduğum, Trump’ın Erdoğan’a yazdığı mektuptaki tonla benzer bir ton. Bir kere böyle yukarıdan bakıyor, şöyle yukarıdan bakıyor Erdoğan’a. Geçen sefer ‘Aptal olma, akıllı ol’ diyordu. Bu sefer de ‘O akıllı biri, o doğruları yapar. Şunu yapacak, bunu yapacak…’ Bir de Türkiye’yi Suriye’nin gardiyanlığına, jandarmalığına kodlayan bir yaklaşım var. Bunu iki eşit ve müttefik ülke ilişkisi açısından sorunlu gördüğümü daha önce de söylemiştim. Trump’ın özelliği öngörülemez olması. O yüzden bugün çok sevinenler, yarın çok üzülebilirler. Ben her iki durumda da ne sevinirim, ne üzülürüm. Çünkü Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda, çok zor bir partner ile çok doğru bir ilişki götürmek lazım. O açıdan ne böyle Trump övdü diye sevinenlerinki gerçekten aciziyet. Bu şey gibi; kurda ‘Senin ellerin niye büyük?’ ‘Sana sarılabilmek için.’ En sonunda da ‘Seni yiyebilmek için’ diyor ya kurda safça sorular soran kırmızı başlıklı kıza benziyorlar. ‘Neden o kadar büyük?’ Çünkü çok büyük hesapları, çok büyük menfaatleri, Türkiye üzerine kurduğu çok büyük hayalleri olabilir yani. O yüzden akıllı olmak lazım. Mesafeyi doğru ayarlamak lazım. Ama Trump’ın Cumhurbaşkanını övmesinden bir başarı hikayesi arayanların, 31 Mart’tan sonra ne büyük bir depresyonda olduğunu görmek açısından anlamlıydı, benim açımdan. Seçimlerde de hepsi birden gelsin, fark etmez. Trump’ı da alsın yanına, kimi istiyorsa alsın gelsin. Bu seçimlerde halkı arkasına, yanına alan kazanacak.
“KİMİ İSTERSE YANINA ALSIN, BİZ MİLLETİN TARAFINDAYIZ”
Geçen sefer koskoca Türkiye Cumhuriyeti devletini aldı. Hep söylediğim şu; biz çağırınca askere gideriz, vergi deyince vergi veririz. Bu millet devletini çok sever. Ama biri iktidarını kişiselleştirip, devleti milletin karşısına dikerse, devlet ile millet yarışır, millet kazanır. Kenan Evren’e karşı da millet kazandı, 15 Temmuz’da da millet kazandı. 31 Mart’ta da millet kazandı. Anadolu Ajansı’yla, TRT’siyle, koskoca Türkiye Cumhuriyeti devletini, kaymakamlarını ilçe başkanı, valilerinden il başkanı performansı isteyerek milletin karşısına diktiler. Biz milletle aynı tarafta olduk, millet kazandı. Yine kazanırız. Trump değil, kimi istiyorsa yanına alsın. Devlet ile millet yarışıyorsa, millet kazanır. Biz milletin tarafıyız.
“MACUNU TÜPTEN ÇIKARANLARA SORMAK LAZIM”
(AKP ile MHP’nin Kürt sorununu reddederken, Öcalan üzerinden meselenin çözülmesine dönük planları hakkında)
Bu sorunun yanıtını verebilmek için yeterince bilgi ve veriye sahip olmak lazım. Elimizde Sayın Bahçeli’nin yaptığı 2,5 grup konuşması dışında veri yok. Birbirleriyle de uzun süre bir sessizlik, sonra bir uyum ifadesi… Ama Erdoğan, Bahçeli’nin kullandığı ifadeleri kullanmadan, Bahçeli’nin kendisine iltifat ederek sorunlarının olmadığını söylüyor. Öyle sahipleniyor. Yani tabii macun tüpten çıkmış görüyor. Bunu ‘Aa macun tüpten çıktı’ diye görenlere değil çıkaranlara sormak lazım. Göreceğiz bakalım ne olacak? Biz yakından takip ediyoruz. Türkiye’de toplumun çok önemli bir kesimi; Kürtler, ‘Bizim sorunumuz var’ diyorsa, sorun vardır. ‘Yok’ demekle yok olmaz. Bunun da tek panzehiri demokrasidir. Bunun için de Meclis zemininde bu işleri tartışmak, kimseyi dışlamamak lazım. Ben bu konularda her zaman bu açıklıkta oldum. Toplumsal mutabakat olmayan bir noktada olmayız. Böyle bir konuda toplumsal mutabakatta da şehit ve gazi ailelerinin gözünün içine bakarız. Ben onların da hepsini ziyaret ettim bu süreçte. Biliyorsunuz geçmiş süreçlerde, sürecin dışında tutuldular ve çok üzüldüler. Bizim bu tutumumuzu da televizyonlar önünde Genelkurmay’ın tanıdığı, hatta bulundukları yer Genelkurmay’a ait olan ya da kirasına devletin katkıda bulunduğu biri vakıf, iki büyük kamu yararına çalışan dernek, ‘CHP’nin tutumu bizim güvencemizdir’ dedi. Bunu da çok önemli görüyorum. Diyarbakır’a gittiğimizde de Kürt vatandaşlarımızla sohbet ettiğimizde de ‘CHP’nin tutumu kıymetli’… Toplumsal mutabakat böyle bir şey. Hem gaziler, şehit aileleri, hem de Kürt seçmenler ‘CHP doğru bir noktada’ diyorsa, doğru bir çizgidesiniz demektir. Yok bir yaptığınız öbür tarafı kahrediyorsa, bir verdiğiniz karar diğer tarafın sizinle ilgili umutlarını kırıyorsa, o yanlış demektir. Ben CHP’nin zaten bu tutumu tarihsel perspektifi ile de uyumlu sizin de ifade ettiğiniz gibi. Biz Misak-ı Milli sınırlarına saygılı, Anayasamızda yazan bayrağımızı kendi bayrağı bilen, kendisini bu ülkeye ait hisseden herkesle birlikte bu ülkenin geleceğine dair her şeyi konuşmaya hazırız ve varız. Yeter ki vatanı, milleti, bayrağı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü tartışmaya açmasın.
“HEP BİR ALTIN KEMER HİKAYESİ”
(Gazetecilere yönelik soruşturmalar ve bunun Suriye’deki gelişmelerle oluşan havayla ilişkisi olup olmadığı hakkında)
Birincisi, ekonomiyi düzeltemiyorlar ve 31 Mart’ta da büyük bir yenilgi yaşadılar. Tayyip Erdoğan’ın en büyük zorluğu da şu… Seçimleri öncesini ibra eden, sonrasına meşruiyet tanıyan yegane yapı olarak… Mesela meşruiyet meselesinde bir kere adil ve özgür seçimlerin yapılması lazım. Free and fair dedikleri seçimin olması lazım, doğru. Bir de ondan sonra hukuka uygun yönetmeniz lazım. En basit meşruiyet tanımı budur. Ama o sadece sandığı yani hukuka uygun yönetmeyi hiç hatırlamaksızın yapıyordu. Şöyle yapıyordu; seçimi kazanınca öncesindeki yolsuzlukları da ‘Ben milletime hesap verdim’ diyordu, Yüce Divan’a bakanlarını yollamıyordu. ‘Ben milletime hesap verdim’ diyordu, para sıfırlama meselelerini filan ‘Milletim affetti’ diyordu veya ‘Yok olduğunu kabul etti’ diyordu. Hep bir altın kemer hikayesi; ‘Son seçimlerin galibi benim. Bu mahallede her şeyi ben bilirim.’ Son seçimin galibi biziz; Cumhuriyet Halk Partisi. Bu, kimyalarını çok bozdu. Biz kaybetmeyi de bilen, kazanmayı da bilen bir partiyiz. Bunlar kazanmayı bilen, kaybetmeyi bilmeyen bir partiler. Demokratlık kazanırken kazanmayı bilmekte değil kaybetmeyi hazmetmekte.
“ONUN GÜCÜ GARİBANA YETİYOR”
Bugün rahmetli İsmet İnönü’nün ölüm yıldönümü. Kendisi 14 Mayıs 1950’de daha 10 günü varken de herkes ‘Herhalde bunlara bu hükümeti vermeyeceksin değil mi Paşam?’ derken, yaverini yollayıp ‘Paşa devir teslime hazırdır’ diyen, kesin seçim sonuçlarına itirazları beklemeden, o itirazlarla kimse bir şeylere kalkışmasın diye bunu yapan, sonra da ertesi sabah İngiltere’deki oğlu Erdal’a ‘Şüphesiz bu benim en büyük yenilgim ama Türkiye demokrasisinin en büyük zaferidir’ diye mektubu yazabilmiş biri. Kaybetmeyi bilmek Türkiye’ye çok şey kazandırıyor. Erdoğan, hep kazanmış olabilirsiniz ama kaybettiğimiz gün ne kadar demokrat olduğunuz ortaya çıkar, onu görüyoruz. O yüzden de ilk önce farklı bir şekilde bu yenilginin yenilgi olmadığını, kazananın AK Parti olduğunu söylemeye çalıştı. Sonrasında bir takım başka şeyler söylerken, baktı olmuyor, bütün tuşlara birlikte basmaya başladı, gençlerin deyimiyle. Gücünü şöyle göstermeye çalışıyor… Onun gücü, Özlem Gürses’e yetiyor ki yetmedi, Özlem Gürses’e de yetmez. Onun gücü T24’e yetiyor. Onun gücü asgari ücretliye yetiyor. Onun gücü emekliye yetiyor. Onun gücü garibana yetiyor. Onun gücü Trump’a yetmiyor, onun gücü İsrail’e yetmiyor, onun gücü beşli çete dediğimiz kırk haramilere yetmiyor. Onların vergi borçlarını silme noktasında ‘Eyvallah’, hani ona güvercin. Şahinliği hep garibana, hep yoksula, hep savunmasıza. Ama karşısında güçlü birini gördü mü teslim bayrağını çekiyor. O yüzden Recep Tayyip Erdoğan kamu gücünü kullanıyor. Devletin polisi, jandarması, savcısıyla, bilmem nesiyle efelik yapmakta ne var? Biz birer bireriz. Bu birer birer kişileri birer birer sindirmeye, korkutmaya, Özlem Gürses üzerinden size mesaj vermeye, T24 üzerinden halktv.com.tr’ye mesaj vermeye, bir başka gazete üzerinden bir başkasına mesaj vermeye ve millete ‘Bak bu bilindik simalara bile… İşte Ankara’ya gitmiş, anasının yanında ödülünü almadan alıyorum. 24 saat zulmediyorum, evine tıkıyorum. Sen de aklını başına al’ demeye çalışıyor. Bunun panzehiri şu; birer birer kendimizi güçsüz hissedebiliriz ama birleştiğimiz zaman en güçlü biziz.
“SON DEĞİL AMA…”
Toplumsal birlikteliğin önünde kimse duramaz. Bunun ilk adımını önümüzdeki cumartesi günü Tandoğan Meydanı’nda saat 13.00’te atacağız. Bu konuda sevgili Şenal Hanım bir not yazdı, aldım. Bir mutluluğunu paylaşmak istiyor hepimizle, katılımcılarla. 66 sivil toplum örgütünün çağrısıyla yapıyorduk mitingi, dün geceki ve bugünkü gelişmelerden sonra rakam 167 sivil toplum örgütüne çıkmış. Hani diyoruz ya, ‘Gelin hep birlikte olalım.’ Bu bizim çağrımızla oldu demek istemem. Bunun sivil toplumun ve toplumdaki harekete geçişin, uyanışın ve bu zulüm rejimine karşı bir arada durma isteğinin bir tezahürü, ilk karşılıkları olarak görüyorum. Bir kez daha tüm Cumhuriyet Halk Partilileri, Ankaralıları, Ankara’ya ulaşabilecek mesafede olanları, kendilerine buraya ulaştırılmasının teklif edileceği herkesi bu büyük mitinge katılmaya davet ediyoruz. Çünkü buradaki sayının azlığı, sesin yüksek olmaması ezenlere güç verecek. Buradaki birliktelik, beraberlik ezilenlere güç verecek. Dahası ezilmemeyi, bundan sonra hakkının yenmemesine sebebiyet verecek, buna imkan yaratacak. Bunun için de ben herkesi artık sokağa çıkmaya, meşru miting alanlarına akmaya, hangi toplantıya, hangi yürüyüşe, hangi gösteriye, hangi güç gösterisine davet ediliyorsa -ki tüm davetlerimiz Anayasal sınırlar içindedir- bunlara mutlaka katılmaya ve omuz vermeye davet ediyorum. Bu hepimize iyi gelecek, Türkiye’ye iyi gelecek. Artık şöyle bir noktadayız… Yaşadıklarımız bir son değil ama bu iktidarın sonunun başlangıcı. Bundan sonra bütün adımları hep birlikte atacağız ve biz kazanacağız. Buna yürekten inanıyorum.