
CHP Lideri Özgür Özel: “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan Yaşamaya Devam Ediyor”
Mayıs 6, 2025CHP Lideri Özgür Özel:“Ocakta ‘İmamoğlu’na Suikast’ Diyen Adam Ana Muhalefet Liderine Saldırıyor; Bu Adamı Birileri Kullanıyor”

“ERDOĞAN, BENİM EVLAT KATİLİ İLE MESELEMDEN ÖNCE KARTALKAYA’NIN GEREĞİNİ YAP”
“ERDOĞAN’IN YAŞATTIĞI KRİZİN ADI ‘ÇOKLU MAKAM BOZUKLUĞU’DUR”
“EKREM AĞRISINDAN KURTULMAK İÇİN ACI REÇETEYİ HEPİMİZE İÇİRİYORLAR”
“‘560 MİLYAR YOLSUZLUK’ YAZANLAR BİR HESAP MAKİNESİNE REZİL OLDULAR”
“DÖRT KİŞİDEN BİRİ ERDOĞAN’A İNANIYOR, GERİSİ İNANMIYOR”
“4 AYDA ASGARİ ÜCRET 19 BİN, EMEKLİ MAAŞI 12 BİN 500 LİRAYA İNDİ”
“İKTİDARIN ÖNÜNDE KÖTÜCÜL AKILDAN AYRIŞMA İMKANI VAR; KULLANIN BAKALIM”
“BEYAZIT’TA, DİPLOMAYI İPTAL EDEN HADSİZLERE HAD BİLDİREN GENÇLERLE KUCAKLAŞACAĞIZ”
“KORUMA ZAFİYETİ YOK, EKİBİN ÖNE KOYDUĞUNU, CENAZEDEYİZ DİYE ÇEKEN BENİM”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup toplantısında gündem hakkında açıklamalarda bulundu. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, “Değerli milletvekillerimiz, çok kıymetli konuklar, televizyonları başından izleyenler, radyolarından dinleyenler, hepiniz hoş geldiniz. Dayanışma duygularınız için, gösterdiğiniz yoldaşlık için, kardeşlik için, bizi bağrınıza bastığınız için ve bunun; Cumhuriyet’in kurucu partisinin Genel Başkanı’na sahip çıkmanın Cumhuriyet’e, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak demek olduğu için hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun” dedi. Özel, şunları söyledi:
“SIRRI SÜREYYA ÖNDER VE BARIŞ KONUŞULACAKKEN SALDIRI KONUŞULDU”
“Bugün güne üç fidanımızı anarak başladık. Üç vatan evladının idamının 53’üncü yıl dönümüydü. Deniz Gezmiş’i, Hüseyin İnan’ı, Yusuf Aslan’ı mezarları başında aileleriyle, yol arkadaşlarıyla, biz yoldaşları olarak andık. Onların direncini, anti – emperyalist mücadelesini, Türkiye için barış ve kardeşliği savunmalarını, tam bağımsız Türkiye idealini, Filistin’e sahip çıkışlarını biz kez daha hatırladık. Ben de üç fidanımızın önünde bir kez daha burada saygı ile eğiliyorum. Pazar günü İstanbul’daydık ve bir barış güvercinini, bu Meclis’te hem çok uzun süreler birlikte görev yaptığımız, Meclis Başkanvekilliği görevi üstlenmiş, ömrü boyunca kardeşliği savunmuş, barışı savunmuş olan bir güvercini yolcu etmeye gittik. Aslında o gün sadece Sırrı Süreyya Önder’in, sadece barışın, kardeşliğin konuşulması gereken bir gündü. Bende bir emaneti vardı. Emaneti şuydu: ‘Bir Cumhuriyet Şarkısı’ filmini izleyip izlemediğimi sormuştu. O anda izlememiştim. Daha vizyona gireli bir hafta olmuştu, olmamıştı. ‘O filmi izle, bir görüşelim’ dedi. Ben de İstanbul İl Başkanımız bir tarafımda, bir tarafımda Ekrem Başkanımız, o günlerde tutuklanmış olan Ahmet Özer’in kızı ve oğlu, gençlik kollarımızla birlikte bir sinema salonuna gittik, gözyaşları içinde o filmi izledik. Döndük Ankara’ya geldik. ‘Bir kahve içelim’ dedim, ‘Filmi konuşalım.’ Sıkça yapardık; sıkça kahve içer, sohbet ederdik, siyaseti değerlendirirdik. Dedi ki, ‘Ne gördün?’ Ben nasıl bir Atatürk gördüğümü, filmin ne mesajlar verdiğini söyledim. Dedi ki ‘Hah şimdi içim rahat etmiştir.’ Dedim, ‘Niye?’ ‘Ben ölene kadar sana bir emanet vereceğim. Bir yük vereceğim. Sana emanet’ dedi. ‘Nedir?’ dedim. ‘O filmin senaryosunu ben yazdım’ dedi. ‘Niye söylemiyorsun?’ dedim. Tabii o zamanlar şeytanlaştırıldığı dönem. Partisine selam verene, bizim gibi bayramda bayramlarını kutlayana, Meclis’e girdiğimizde hatır sorana, selam verene ‘Siz terörle işbirliği yapıyorsunuz’ denen, onların şeytanlaştırıldığı, hedef gösterildiği, her an her saldırıya açık oldukları bir dönem. Dedi ki, ‘Ya ben dersem, filmde emek veren diğerlerinin emeğine yazık. Bu film bolca izlensin isterim. Sırrı Süreyya’nın filmi derler, başka bir yere çekerler. O yüzden ben nasıl bir Atatürk anlatmışım bir senden dinleyeyim dedim Başkan.’ Memnun oldu, dedi ki, ‘Ben ölene kadar bu sır sana emanet. Ne gün ölürüm, bunu söyle millet bilsin.’ Öldü, sırrını söyleyeceğimiz gün Sırrı ağabeyin, onun öbür dünyaya cennete yollayacağımız gün başka bir şey oldu. Bir saldırı gerçekleşti. Maalesef en büyük üzüntüm odur, canımı yakan odur… Yoksa o evlat katili bizim canımızı yakamaz. Canımı yakan o gün uzun uzun Sırrı Süreyya Önder’in yaptıkları konuşulacakken, hayatı konuşulacakken, barış ve kardeşlik konuşulacakken, saldırı konuşuldu. O yüzden sadece bir üzüntü içindeyim.”
“SALDIRI SORUŞTURMASINDA BÜYÜK BİR SINAV VERECEKLER”
“Ne diyeceksin saldırıya? Açık olmak, net olmak lazım. Saldırı bize, bana, size hepimize yazılmış bir açık mektuptur. Bir ihtar çektiler. İlk gün dediğim yerdeyim. Hiçbir siyasi partiyi, oluşumu bu işten doğrudan sorumlu tutmuyorum. ‘Şu yapmıştır, bu yaptırmıştır’ asla demem. Kimin yaptığını araştırmak, savcının, polisin ve devletin görevidir. Bütün bağlantılarına ulaşmak görevleridir. Burada Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimi, iktidarının 23’üncü yılında bir büyük sınav verecek. Eğer bu işin uzandığı her yere kadar dosdoğru bir soruşturma ve kovuşturma yapılırsa, ne ala. Hiçbir problem yok. O güne kadar ben bu yükü kimsenin sırtına vuramam. Ama işin ucu bir yerlere gittiğinde tıkanırsa, o zaman o bir yeri de bunun üstüne gitmeyeni de konuşmak benim hakkım olur. İlk andan itibaren, siyasi partilerin genel başkanları, tüm sendikaların, neredeyse tüm sivil toplum örgütlerinin, meslek örgütlerinin, derneklerin yani bugüne kadar kiminle temas etmiş, kime dokunmuş kiminle görüşmüşsek ve görüşememişsek herkesin, bütün dostların üzüntü beyanlarını duyduk. Açıklamalarını okuduk, iyi dileklerini duyduk. Çok telefonla konuştum ama belki 50 katı ile konuşamadım. Açamadıklarımız, dönemediklerimiz haklarını helal etsinler. Çok önemli tespitler vardı. Bu noktada ilgili bakanlar, Cumhurbaşkanı, AK Parti’den önemli isimler, arayan herkesin ama herkesin göstermiş olduğu o an itibarıyla, o andan bu ana kadarki sorumlu dile teşekkür ederim. Bizi içinde bulunduğumuz bu atmosferden çıkaracak samimi adımların atılması gerekiyor. Şunun açıkça farkındayım. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durumda birileri… ‘O birileri kim?’ açığa çıkarmak devletin görevi. Şu an devletin kademelerini yöneten hükümetin görevi. Ama birileri bize şunu söylüyor, diyorlar ki ‘Biz Türkiye’yi bir noktaya getirdik. Bir şeye karar verdik. Siz bu kararın önünde engelsiniz. Siz direniyorsunuz. İtiraz ediyorsunuz. Hatta yaptığımız işi darbe olarak nitelendirip, bu kurduğumuz planı bozmak için emek ediyorsunuz, mücadele veriyorsunuz. Sokağa çıkıyorsunuz, meydanları dolduruyorsunuz. Her hafta bir yerde miting, her Çarşamba bir yerde miting, sürekli gündemde tutuyorsunuz. Durun, oturun. Ankara’ya dönün ve partinizde oturun.’”
“MEKTUBU YAZDILAR, CEVABIMIZ ŞUDUR: HAYDİ ORADAN”
“Bunu da çok net bir şekilde mektubu kalın kalın yazarak yollamışlar. Kimi yolluyor? Bir evlat katilini. Diyor ki ‘Evladını öldürmüş, sana mı kıymayacak?’ ‘Evladını öldürmüş birinin eli sana değdi. Bugün eli boştu. Yarın başka bir şey olabilir’ diyor. Bu saldırıyı önceden gelip, planlayıp, görünerek… Sen beyanına bakma, o kendi ifadesidir. Bizim ifademiz şudur: Onu biz yolladık. Geçeceğin güzergahı biz bildirdik. Onu iki saat orada biz beklettik ve sana sokakta saldırttık’ diyor. Yoksa AKM’de yanı başıma da oturtabilirlerdi onu. Diyor ki, ‘Artık dönün. Partinizde oturun. Planımızı bozmaya, genciyle – yaşlısıyla Türkiye’yi ayağa kaldırmaya, hakkınızı aramaya kalkmayın. Biz planı kurduk.’ Bu mektubu yazdılar mı? Yazdılar. Yolladılar mı? Yolladılar. Okuduk mu? Valla okuduk. Bir cevabımız olacak mı, olacak: Yarın akşam Beyazıt Meydanı’ndayız. Cumartesi Van’dayız, Van’da. 19 Mayıs’ta İzmir’deyiz. Cevabımız budur. Okudunuz mu cevabı? Hadi oradan. Vallahi eli her kalem tutan yazı yazar. Kağıdı olan mektup yazar. Mektubu yazan kadar okuyan da mühimdir. Gazi’nin partisi o mektubu böyle okur kardeşim. Böyle okur. Haydi şimdi o evlat katilinin elini çıplak yollayana söylüyorum. Cesaretin varsa doldur da yolla. Hodri meydan.”
“KARTALKAYA’DA GEREĞİNİ YAPIP BAKANI GÖREVDEN ALIN”
“Bu konuda bir – iki şey daha söyleyeceğim ama önce şunu söyleyeyim: Bu iktidarın yönettiği bu ülkede, bizim canımızı yakamadılar ama canı yananlar var, içi yananlar var. Örneğin Kartalkaya’da 36’sı çocuk 78 kişi yanarak öldü. İçi yananlar var. Bana Sayın Cumhurbaşkanı telefon açtığında ‘Arkadaşlar gerekeni yapacaklar, emin olun’ dedi. Ben de ‘Teşekkür ederim’ dedim. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanının tensipleriyle gereğini yapacak arkadaşlar kimlerse benim meselemden önce Kartalkaya’da, önce çıkmış olan bilirkişi raporunu korsan ilan eden arkadaşlarına dönüp diyecekler ki, ‘O birinci raporda bakan ve bakanlık suçluydu. Raporu geri çektirdiniz. Tehdit ettiniz. Azil dilekçeleri aldınız. Sonra başka bir heyet buldunuz. O heyetin raporuyla da yola koyuldunuz. O ikinci heyetin raporunda belki bakan yok, belki çeşitli baskılarla, etkilerle bir şey oldu. Ama sorumlular arasında Turizm Bakanlığı’nın soruşturma izni vermesi gereken bakan yardımcısı, genel müdür ve yardımcıları, kontrolörler, baş kontrolör var… Kendisi dünyanın neresinde olsa bir dakika durmadan istifa etmesi gereken biri, kapıda koca koca ‘Turizm Bakanlığı’nın sorumluluğunda’ yazdığı halde ‘Ben sorumlu değilim’ deyip ilk dakikadan çıkıp yargıyı etkilemeye çalışan biri. Danıştay’ın 9’uncu Daire Başkanı evladını orada kaybetti. Cenazesinde birlikteydik; Abdurrahman Gençbay. ‘Meclis’te’ dedi, ‘Sen Turizm Bakanı mısın, yargıç mısın? Ne karışıyorsun, ne baskılıyorsun? Biz geldiğimizde yüzde 80’di yargıya güven, yüzde 20’ye düştü. Hepimiz sınıfta kaldık’ dedi. O bakan, kendisi istifa etmeyen bakan, bu sorumluların da yargılanmasına izin vermiyor. Sayın Erdoğan, arkadaşlar gereğini yapacaksa benim evlat katili ile olan meselemden önce gereğini yapın. Siz bu bakanı görevden alın, yeni bakanınız da soruşturmaya izin versin.”
“İKTİDARIN ÖZELEŞTİRİYLE DEMOKRATLARIN SAFINA KATILMA İMKANI VAR”
“Tabii içinde bulunduğumuz süreçte arkadaşlar gereğini yapacaklar, derhal bekliyoruz. Ama eğer üzerinde mutabakata vardığımız gibi yapılan saldırı, siyaset kurumuna yapılıyorsa… Yani siyasetin sözle yapılmasına bir ölüm tehdidiyle ayar verilmeye çalışılıyorsa, yapılacağı yere ayar verilip, ‘Buradan çekilin, bu şehre gelmeyin, miting yapmayın’ deniyorsa, bu şiddete hep birlikte karşıysak yargı şiddetine de yargı tacizine de yargı eliyle siyaset dizaynına da… İstanbul’un bundan bir seçim önce, daha bir yıl önce seçilmiş belediye başkanına ve 15,5 milyonun ilan ettiği Cumhurbaşkanı adayına, geleceğin Cumhurbaşkanı’na yapılan darbeye de aynı samimiyetle meydan okumak gerekir. Bu milletin 200 yıllık demokrasi kültürü var. Bu milletin Ata’sından emanet sandığa sahip çıkışı var. Aç kalıyor susuyor bazen. İşsiz kalıyor, susuyor. Dünya kadar haksızlığa susuyor. Ama biri gelip sandığı almaya kalktı mı? Orada ayağa kalkıyor. Niye? Biliyor ki sandık olmazsa kimse dönüp onun yüzüne bakmaz. Sandık olmazsa teba o. Sandık varsa vatandaş, sandık varsa millet, sandık varsa eninde sonunda bir hesap görebileceği, hesap sorabileceği yer var. Bunu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün boynunda idam fermanıyla, ölümü göze alarak, bütün Türkiye’yi önce kurtuluşa, sonra kuruluşa ikna edip, ‘Her yetkiyi verelim’ dediklerinde ‘Yetki milletindir’ diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına sarılıyor, sandığa sarılırken, mirasına. O yüzden Sayın Erdoğan’ın bu darbe sürecinde bu vakitten sonra eğer bu millete bir saygısı varsa, siyaset kurumuna saygısı varsa, hızla tutuksuz yargılamayı savunup, bu konuda bir kere kendi görüşünü netleştirip… Herkes konuşuyor. Tutuksuz yargılamayı savunup. Adil yargılamanın önündeki en büyük engel. Kendi deyimiyle; artık bakanlar teknik, yardımcıları siyasi. Siyasetçi birinin yaptığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının olduğu yerde adil yargılama olmuyor ne bize, ne bir başkasına. O yüzden tutuksuz yargılamayı savunup, adil yargılama için gereğini yapıp, elini – kolunu yargının üzerinden çekip, siyasi rakipleriyle sandıkta hesaplaşmaya varsa, ben de diyorum ki: İşte şimdi oldu Erdoğan, şimdi demokrasi emareleri göstermeye başladın. Bir kişi demokrat mı değil mi, seçim kazandığı akşam belli olmuyor işte. Seçimi kaybettiği akşam belli oluyor. Seçimi kaybettiği gün ‘Millete saygım sonsuz, kusur bende’ deyip de ertesi sabah siyasete, millete kafa tutarak ona meydan okuyarak, ona direnerek, onun seçtiğine kumpas kurarak değil de elini yüzünü yıkayıp ‘Hatayı nereden yaptım?’ diye başlıyorsan sen demokratsın kardeşim. İsmet Paşa gibi ‘En büyük yenilgim en büyük zaferimizdir. Özlediğimiz cemiyet düzeni kurulmakta, yönetecekler seçimle gelip seçimle gitmektedir’ diye gurbetteki evladına kaybettiğin seçimin sabahı mektup yazıyorsa demokratsın. Yok İstanbul’un seçtiğine kafa tutuyorsan, kumpas kuruyorsan kusura bakma o zaman otokratsın, demokrat değilsin. Bu önemli. Burada dedim ki saldırı olduğunda, ‘Kimseyi mesul tutmuyorum. Açılan telefonu önemsiyorum ve buradan sonra atılacak adımlara bakacağım.’ Bizim soruşturma açısından, Kartalkaya açısından da tutuksuz yargılanma açısından da o kötücül akılla, yani bize ayar veren, tehdit eden, darbe kurgulayan kötücül aklı sahiplenme fırsatı, imkanı da var şimdi iktidarın önünde, bir fırsat olarak ondan ayrışma ve bu süreçte yapılanların öz eleştirisini verip demokratların safına katılma imkanı da var. Hodri meydan, kullanın bakalım bu imkanı.”
“İLK GÜNDEN BUGÜNE ATILAN BÜTÜN YALANLAR…”
“48 gün geçti, güya 30’uncu gün birbirimizin yüzüne bakamaz halde olacaktık. Evlatlarımızın yüzüne bakamaz halde olacaktık. 48 gün. İlk günden bugüne atılan bütün yalanlar perişan oldu. Ama bir yandan da şunu hatırlayalım: 10 yaşında çocuğu evde bırakıp anasını alıp götürmeler, çocuğun kulağındaki küpeye dedektör tutup ‘Altınsa bu kaydedin, alın’ deyip çocuğun kulağındaki küpeye saldırmalar. Karton kumbaradan birikmiş 3 bin lirayı tutanak altına alıp, evde ele geçirilen para diye kaydetmeler hep bu 48 gün utançlarıdır. Unutmayalım, hızla tazeleyelim: İnsanları itibarsızlaştırmak için, aileyle uğraşan, çocukla uğraşanlar, dünya kadar iftira atanlar sonra da o attıkları yalanları unutup susanlar var. Örneğin 560 milyar yolsuzluğu bütün televizyonlara böyle yazdılar. İki gün, üç gün. Sonra bir hesap makinesi, bir çarpı tuşuna rezil oldular. İstanbul’un altı yıllık bütçesi ‘çalındı’ denen paradan küçük çıktı. 497 milyar. Yüzde 70’i maaş diye ödenmiş. 560 milyar değil, 497 milyarı çalsan altı yıldır 80 bin kişi maaş alamıyor. Ne beton atılıyor, ne su kanalları yapılabiliyor, ne aydınlatma, ne temizleme, ne çöp toplanıyor, bütün parayı çalsan. Tak sustular. O yalanı atanlar şimdi ne yapıyor? Vallahi bir köşede utanarak otursalar bir şey demeyeceğim. Aynı ekranlarda o günün yalanını bıraktılar bugünün yalanını atıyorlar. Bakın dediler ki ‘İstanbul Büyükşehir Belediyesi bin 200 telefon aldı, delegelere dağıttı.’ Çıkardık telefonları, baz kayıtları burada. Bin 200 değil, 120 değil, 12 değil, bir tanesini bulun be kardeşim. Yok, sustular. Şimdi o gün ekranlarda olanlar; CNN’nin ekranında, TGRT’nin ekranında, TV100’ün ekranında, TRT’nin ekranında servis ediyor adam, servis ediyor ‘Bu oldu’ diye, yer alanlar bugün yok. İddianamede de yok, olmayacak. Sorusu sorulamadı daha. Sorulunca cevabı alındı da kanıtı da yok. Ama sadece alçakça tartışıldı. ‘İmamoğlu bir takım insanlarla bir araya geldi, büyük bir rüşvet çetesi var’ dediler. Dediklerinin hiçbiri birisinin HTS kayıtlarından çıkmadı. Şimdi sustular. Kamerada ‘Valizin içinde para var’ dediler. İki gün parayı konuştular. Açtık jammerı gösterdik 10 gün de jammerı konuştular. Sonra sordular, ‘Hangi ihtiyaçtan kullanıyorsunuz? Bu jammerı neden aldınız?’ Dedik ‘Biz almadık, rahmetli Kadir Topbaş’tan İBB envanterine kalmış. Kadir Bey kullanıyormuş. Hatta onun makam aracının arkasında bir jammer aracı da gidiyormuş, bunu da yakın siyaset arkadaşları doğruladı.’ Ekranlarda soruldu, cevap alındı. ‘Hangi ihtiyaçtan jammer kullanıyorsun?’ Bugünkü Cumhurbaşkanı hangi ihtiyaçtan kullanıyorsa yarınki Cumhurbaşkanı da o ihtiyaçtan kullanıyor. Memlekette anket var, ‘Telefonlar dinleniyor mu?’ Yüzde 70 ‘evet’. ‘Seninki dinleniyor mu?’ Yüzde 75 ‘evet’. Köşede poğaça satıyor adam, telefonu dinleniyor. Anasını arıyor poğaçacı WhatsApp’tan arıyor, ondan sonra ‘Efendim bu hangi ihtiyaçtan?’ Her şeyi bilmek zorunda mısın, her konuştuğumuzu kayda almak zorunda mısınız? Ya da bakın dünya kadar tehdit, saldırı bilmem ne… Bunlarla ilgili sizin canınız can, tedbir alıyorsunuz da bizim Cumhurbaşkanı Adayımızın canı can değil mi? Ekibi tedbir alacak, jammer açacak.”
“‘SALDIRGAN ‘İHBAR ETMEYE GELDİM’ DEMİŞ”
“Bakın bilgi vereyim. Arkadaşlar detaylarını paylaşsınlar. Bu yılın Ocak ayında, dünkü evlat katili saldırgan, İBB’ye gelir, benim koğuşta birlikte yattığım arkadaşlar, şimdi tutuklamaya sevk etmişler, ışık hızıyla da tutuklamışlar. Bu soru sorulmadıysa bir geri çağırsınlar. İBB’ye gelmiş, ‘Koğuşta birlikte yattığım arkadaşlara talimat verildi, İmamoğlu’na suikast yapılacak’ demiş. ‘İhbar etmeye geldim’ demiş. Bakın nasıl bir koğuşta yatmış, bu irtibatta olduğu arkadaşları kimmiş, bizimkiler polisi çağırıp iki polise vermişler ‘Alın dinleyin, bu böyle iddiada bulunuyor’ diye. Saraçhane’ye gelecek, kapıyı çalacak, ‘Ben iki evladın katili adamım yeni çıktım içerden, üç yıl-dört yıl önce, koğuş arkadaşlarımla irtibatım devam ediyor. İmamoğlu’na suikast emri aldılar, bilginiz olsun’ diyecek. Savcı Bey bir baktın mı o koğuşa ya? O koğuş arkadaşları nerede? Bizim konumuz ne? ‘İmamoğlu’na suikast yapılacak’ diyen adam dün herkesin gözünün önünde Ana Muhalefet Liderine saldırıyor, bu adamı birileri böyle kullanıyor, ‘Sen niye jammer açtın?’ diyor. Vallahi biz bu ülkede yarattığınız korku imparatorluğu yüzünden, bütün telefonlar dinleniyor diye, bütün kayıtlar, gazetecilerle Ekrem Bey’in yaptığı normal görüşmeleri alıp otelden sevk eden siz değil misiniz basına? Sen her türlü bürokratla görüşeceksin, bilim insanıyla görüşeceksin, iş insanıyla görüşeceksin, rekabet ettiğin kişi görüşürse onların hepsine çökeceksin. Ondan sonra ‘Sen niye bantladın?’ diyor. Vallahi bantlamayı biz kimseden öğrenmedik. O görüntülerin servis edildiğini gördük, bildik. Size karşı alınacak tedbir o olduğu için onu bantladık. Çok da iyi yaptık. Bir garajda lüks otomobilleri iki gece gösterdiler, Ekrem Bey’in aracı, Dilek Hanım’ın aracı, kayınbiraderinin aracı. Bir tanesi çıkmadı kimsenin aracı. Kimin çıktı? MHP milletvekilinin aracı. Şimdi konuşan var mı? Yok. Çünkü kural belli. Yalan atılacak, medyada köpürtülecek, algı yaratılacak, milletin zihni bulandırılacak. Onun üzerinden kendince siyaset kurulacak. Anketlerde bu yalanlara inanan dört kişiden biri. O bir kişiye de diyorum ki Allah aşkına bir kanaldan izlemeyin. Orada bir şeye bakıyorsanız dönün bir de Halk TV’ye bakın, bir de SÖZCÜ’ye bakın, bir de Tele 1’e bakın, bir de dönün NOW’ın haberlerini dinleyin. O iddiayı duyduğunuz gibi cevabını da duyun. Ya biz seni niye uğraştırıyoruz ki bu kadar vatandaş? Bir A Haber’e bak ve bir NOW’a bak. Madem ikimiz de eminiz. Ben Başkanımdan, başkanlarımdan, arkadaşlarımdan eminim. Hepimiz öyleyiz. Siz savcıdan eminseniz. Açın TRT’yi, yapın yargılamayı canlı yayında. Sorun soruyu, atın iftirayı, alın canlı yayında cevabı.”
“ESİLA’YI BIRAKIN, GÜNAHI NEYSE BANA YAZIN”
“19 Mart’ta darbe girişimini püskürtürken binlerce genç gözaltına alındı, yüzlercesi tutuklandı. Halen 44 arkadaşımız tutuklu. Bunlardan bir tanesi Esila. Geçen hafta Bakırköy Kadın Cezaevinde kendisini ziyaret ettim. Keşke Esila’nın hikayesini herkes duysa. 22 yaşında annesini kaybetmiş, babasının iki evladından biri. Babası apartman görevlisi. Apartmanda çalışıyor, apartmanın çöpünü atıyor, merdivenlerini paspaslıyor. Evlat okutmaya çalışıyor. Çok kabiliyetli, yurt dışından Amerika’dan, Avrupa’dan bir çok okuldan burs kazanmış. Yüzde 90’ını veriyorlar,10’unu verecek para yok diye Amerika’ya Almanya’ya gidememiş. Yüzde 100 burslu kabul eden Belçika’da bir üniversitenin konservatuvarında okuyor. Fotoğrafçılık okuyor, Türkiye açısından çok büyük bir fotoğraf sanatçısı, çok iyi bir fotoğrafçı yetişiyor. ‘Belçika’da baban ne kadar yolluyor?’ dedim, ‘Yollayamıyor.’ ‘Nasıl geçiniyorsun?’ dedim. ‘Çalışıyorum’ dedi. ‘Hangi işte?’ ‘İki işte.’ Altı saat garsonluk yapıyor, bazı günler altı, bazı günler sekiz saat yemek fabrikasında hazır yemek dolduruyor. Bu ikisinden aldığı maaşla Belçika gibi yerde konaklıyor, yiyor, içiyor, yaşıyor. 2,5 senedir gelemiyor. Geldiği gün Türkiye’de üniversite öğrencilerinin tutuklanmasını duyuyor, protestoya gidiyor. Kendi yazmadığı ve yasalara göre suç olarak da saymadığı, ‘Bu eleştiridir yönetim biçimine’ dediği bir dövizden dolayı Cumhurbaşkanına hakaretten yatıyor. Cumhurbaşkanına hakaret olduğu için bir çok yönden kısıtlanmış. Ayrıca kalp hastası, böbrek hastası, düzenli olarak doktor kontrolü gerekiyor. Ama 22 yaşında pırıl pırıl bir genç, yaprak gibi, yaprak gibi böyle titriyor. Kadın cezaevinde tutuluyor. Bana dünya kadar şey yazıyorlar, dünya kadar mahkeme açıyorlar, dünya kadar tazminat davası. Şöyle yapalım. Esila’nın günahı neyse bana yazın, birazını da Ali Mahir’e yazın. Çoğunu ona yazın. Gökhan Bey’e yazın, Parti Sözcüsü’ne yazın, Başkan’a yazın. Ne yazmış Elisa? Bu yönetim biçimi elindeki pankart şu, ‘Ben bunun hakaret olduğunu bilsem tutmazdım. Orada vardı, aldım onu gösterdim’ diyor. Üstünde ‘Diktatör Erdoğan’ yazıyor. Diktatör Erdoğan, büyük suç. Bırakın Elisa’yı, yazın birer tane bize; ‘Diktatör Erdoğan’ dediler diye.”
“DÜŞMANIMIZ KİNDİR BİZİM, BİZ KİMSEYE KİN TUTMAYIZ”
“Şimdi çolukla, çocukla, gençle uğraşmak doğru iş değil. Biz 86 milyona söz veriyoruz, iktidarımızda kimse bizden böyle şeyler görmeyecek. Bir kere tarafsız Cumhurbaşkanına yazılmış madde, taraflı Cumhurbaşkanına uygulanmayacak. Bu kolaycılığa kaçılmayacak. Mümkün olan en kısa zamanda Cumhurbaşkanı yeniden tarafsız olacak, güçlü bir parlamenter sistem kurulacak. Güçlü parlamenter sistemde; medya da güçlü olacak yargı da güçlü olacak, sendikalar da güçlü olacak, hepsi bağımsız olacak. Herkesin içi rahat, gönlü huzur içinde olacak. Bir kişinin suçu, günahı ne olursa olsun anası, babası, eşi bu suçtan sorumlu tutulmayacak. Rehin alınmayacak. Rahatsız edilmeyecek. Eşi KHK’lı diye diğer eş, eşinin bir örgütle ilgisi var diye diğer eş işinden edilip aile açlığa sürüklenmeyecek. KHK’lılar, mahkemede yargılanıp da beraat edenler, hakkında kovuşturmaya gerek yok kararı verilenler, hiç soruşturma açılmayanlar, hatta yargılanıp da ‘Adil yargılanmadım’ diyenlere de bir yargılanma hakkı daha verilip artık kimse, ama kimse eşinin, dostunun, uzak akrabasının temasından dolayı bir örgüt mensubu diye yaftalanıp bir kayıp nesil, bir kayıp kuşak yaratılmaya çalışılmayacak. Ha FETÖ, o örgütün başındakiler, darbeyi yapanlar, finanse edenler, bu kumpasları kuranlar geçmişten ne istediyse alanlar cezalarını alacaklar, çekecekler. Onlarla hiçbir işimiz yok. Hiçbir işimiz yok. Ama iktidar değişimini rakiplerin dövüleceği bir sopayı ele geçirmek olarak gören varsa dosta düşmana diyorum ki; o sopayı da 40 yerinden kıracağım, 40 yerinden. Ne diyor Yunus? Yunus Emre? ‘Adımız miskindir bizim, düşmanımız kindir bizim. Biz kimseye kin tutmayız, kamu alem birdir bize.’ Bizim yönetim anlayışımız budur.”
“HEM ‘BAŞKOMUTANIM’ DİYOR HEM İLÇE BAŞKANI ATIYOR”
“Hep söylüyorum siyasette milletin yanında duran kazanır. AK Parti milletin yanından ayrıldığı için, devletin yerine geçtiği için, partiyi devlet, devleti parti bildiği için, katılması gereken toplantılara katılması gerekenleri CHP’li diye dışlayıp olmaması gereken, parti sözcülerini, il başkanlarını resmi toplantılara dahil ettiği için ve Türkiye’de devletle partiyi birbirine karıştırdığı için bu milletin gözünden de düşmüştür, gönlünden de düşmüştür. Bu krizi Sayın Erdoğan yaşamaktadır, yaşatmaktadır. Yaşattığı krizin bütüncül adı ‘Çoklu makam bozukluğu’dur. Erdoğan ‘Çoklu makam bozukluğu’ hastalığının pençesindedir, o hastalığın bütün yükü millete çektirilmektedir. Millet kendisini seçti, Cumhurbaşkanlığı makamına oturttu. Ama kendisi AK Parti Genel Başkanlığı’na geri döndü. Sayın Bahçeli’nin deyimiyle; ‘O Anayasa’ya uymuyor, Anayasa’yı ona uyduralım’ dediler. Ve bir partinin genel başkanlığıyla, Cumhurbaşkanlığı’nı aynı koltuğa, iki karpuzu aynı kolun altına verdiler. Hem ‘Başkomutanım’ diyor hem ilçe başkanı atıyor. Başkomutanın ilçe başkanı atamakla ne işi olur arkadaşlar. Başkomutan Başkomutanlığını bilecek ki herkesin Başkomutanı olacak. Malatya’nın Mezirme’sine ilçe başkanı atamakla meşgul olan Başkomutanı millet de takmaz, dünya da takmaz. Bu 19 Mart meselesine biz darbe diyoruz. Biz 19 Mart’ın 23 Mart’ta millet tarafından geri teptirildiğini, püskürtüldüğünü söylüyoruz. Dört kişiden biri Erdoğan’a inanıyor, gerisi inanmıyor. Ama burada Erdoğan’a inananlar da bir şeyin maalesef farkına varmıyorlar. Bu darbenin bedelini Ekrem Başkan, belediye başkanları, arkadaşlarımız hapiste yatarak ödüyor, partimiz birçok zorlukla mücadele ederek ödüyor. Peki sen ödemiyor musun? Sen de ödüyorsun. Herkes birlikte ödüyor.”
“O YÜZDE 25 BİLSİN, SENİN CEBİNDEN DE 25 BİN GİTTİ”
“Ekrem Başkan’ın Cumhurbaşkanı adaylığına engel olmak için yapılan başta diploma iptali, beş ayrı açılan dava, terör davası, yok yolsuzluk davası, içerideki süren tutuklama. Bunun Türkiye’ye yaşattığı maliyet 55 milyar dolar. Bu parayı 86 milyona bölüştürdüğümüzde, kişi başına 25 bin lira düşüyor. Yani yüzde 25, Erdoğan’ın ikna edebildiği yüzde 25’e sesleniyorum. Türkiye’deki her dört kişiden biri iddialara inanıp, Erdoğan’a inanıp Ekrem Başkan’ın tutuklanmasına ‘Olur’ diyorsa, o yüzde 25 bilsin ki senin de cebinden gitti bir 25 bin lira, kişi başı maliyet. Ayrıca inananların içinde emekli varsa, pek yoktur da. Emekliler iyice koptu bu iktidardan. Olana söylüyorum. Senin aldığın maaş 14 bin 500 lira ya, 12 bin 500’den 14 bin 500’e çıktı, 2 bin lirası bu dört ay içinde eridi yüzde 13,5 enflasyonla. Bu maaşı 30 bin lira yapsak nasıl olur? ‘İyi olur’ diyorsan, Erdoğan yapmıyor ya, ‘Para yok’ diyor. Burada harcanan paranın dokuzda biri senin maaşını 30 bin lira yapmaya yetiyor. Erdoğan’a inanan yüzde 25’e söylüyorum. En düşük emekli maaşı 30 bin lira olabilir bu parayla. Hem de 10’da biriyle. Bu yüzde 25’in içinde, Yozgat’ta kalmamış gördüm ama, çiftçiler varsa, bütün çiftçilerin bütün bankalara borcunun toplamı 1 trilyon lira, bunların harcadığı para 2.2 trilyon lira. Yani bütün çiftçilerin borcunu bir seferde silebiliriz, borcu kadar da kendisine para verebiliriz. Bu parayla. Erdoğan’a inanan çiftçi varsa bilsin ki inanmayaydı, onu tutmayaydı, ya da onun gözü dönüp bu işe kalkışmayaydı, parayı çiftçiye ayıraydı bankaya borç da yok, faiz de yok bir o kadar da bu parayı hesabına yatırabiliyordu bu para. O yüzden çok ağır bedeller ödüyoruz.”
“BU, İŞSİZLİK KRİZİNİN DAHA DA TIRMANMASI DEMEK”
“En ağır bedellerden birini de çok görünmüyor konuşulmuyor ama KOBİ’lerimiz ödüyor. KOBİ dediğin küçük orta büyüklükteki işletmeler, Türkiye’nin taşıyıcısı. Bunların geçen sene yaptıkları ihracat 87 milyar dolar. Tabii ithalat da yapıyorlar, 19 milyar dolar dış ticaret fazlası verdiler. Türkiye’yi sırtında taşıyor bunlar. Şimdi bu yapılan yanlış işlerden sonra 2001 sonrası bakın AK Parti’den önceki krizden bugüne. En yüksek faizdeyiz. 2001 sonrası. Yüzde 60. Gerçek maliyeti yüzde 70. KOBİ’lere, firmalara. Enflasyon çıkmış yüzde 36. Türkiye’de kredi kullanımı artmış, yüzde 38. Yani tüm kredilerde yüzde 2 artış var, KOBİ kredileri 33. Yüzde 3 reel düşüş var. Bu ne demek? Geçen sene aldığın krediyi, bu sene geri çağırıyorlar demek. Yüksek faizle ödeyemiyorsun, ödeyemediğin zaman şüpheye düşüyorsun, hacze uğruyorsun demek. Bu ne demek? Konkordato demek. Bu yarın ne demek? Derin bir işsizlik krizinin daha tırmanıyor olması demek. Bu yüzden bu parasal sıkılaşma meseleleri, kemerleri sıkma meseleleri, efendim işte kredileri büyütülmemesi, küçültülmesi, şüpheli kredilerin hızla geri çağrılması işi, hepsinin sebebi, Ekrem Başkan’ın hani ‘Bunları Ekrem ağrısı tuttu’ dediği süreç var ya. O Ekrem ağrısından kurtulmak için acı ilacı, acı reçeteyi hepimize içiriyorlar. Tayyip Bey’in Ekrem ağrısı var, bunu dindirmek için acı ilaç 86 milyona. Bunu böyle bilelim ve bu hesapları yaparken buna göre yapalım.”
“EMEKLİ ZAMMI TAMAMEN ERİDİ”
“Enflasyon açıklandı, ENAG’a göre yüzde 74, TÜİK’e göre bunun çok altında. Dört aylık enflasyon yüzde 13,5. TÜİK enflasyonu yüzde 38 açıklıyor, ENAG yüzde 74. ENAG’ın hesabı nasıl yaptığı ortada, TÜİK’in hesabı nasıl yaptığı belli değil. Ama bir tek şey söylüyoruz. Geçen yıl aldığın malı, 100 liralık malı bu sene 175 liraya alıyorsan, ENAG haklı. Bu malı 138 liraya alabiliyorsan TÜİK haklı. Herkes hesabını kendi yapsın. Ben çıkıyorum esnafa. Tayyip Bey’e de tavsiye ediyorum ama gitmiyor. Ben gidiyorum pazara, bakıyorum, bu ne. Çocuk zıbını. Kaç para 300. Geçen sene kaçtı 150. ENAG bile yalancı çıkıyor pazarda. Her şey iki katına çıkmış. Ama TÜİK diyor ki yüzde 38. Çünkü buna göre ödüyorlar, buna göre zam veriyorlar. Dört aylık enflasyon yüzde 13,5. Asgari ücret 3 bin lira kaybedip, verildiği güne göre 19 bin liraya geriledi. Asgari ücret ilk alındığı gün 22 bin liraydı, 19 bin liraya geriledi şu anda. Bugünkü alım gücü, o günkü 19 bin liranın alım gücü. Asgari ücretini aldığı 6 bin liralık zammın yarısı gitti, dört ayda yarısı kaldı. Emekliye yapılan zammın 2 bin lira, tamamı eridi gitti, 12 bin 500 liraya geri döndü emekliler. Şimdi emekli bugünden sonra zam aldığı günden de geriye gidecek. Asgari ücretli ‘Yılda dört kez zamlarız’ deyip de bir kez zamladıkları asgari ücret, ara zam almazsa en fazla üç ay sonra artık yılın yarısından itibaren geçen senekinden de geriye düşecek. Bunları hepimizin görmesi, bilmesi ve ayrı ayrı anlatması lazım.”
“MEHMET ŞİMŞEK, DARBE FİNANSÖRÜ; PEŞİNİ BIRAKMAYACAĞIZ”
“Nisan ayında en yüksek artış yüzde 130 ile şans oyunlarının olmuş. Yumurta yüzde 109, üniversite eğitimi yüzde 108, kira artışı yüzde 89 olarak tespit edilmiş, bu nisandan geçen nisana bakıldığında. Mehmet Şimşek, iki yıl önce geldiğinde enflasyonu ne yapmaya geldi? Hızla düşürmeye, tek haneli rakamlara indirmeye. O gün enflasyon kaçmış? Yüzde 38. Bugün enflasyon kaç? Yüzde 38. Bir arpa boyu yol alınamamış. Gitmiş bütün dünyadan para toplamış. Hem para almış, hem Amerika’dan geçen hafta olduğu gibi emir almış. İngiltere’ye gitmiş, oralardan para bulmuş. Sonra gelmiş, o paraları Ekrem İmamoğlu korkusuna, o günden bugüne 55 milyar doları yakmış, saçmış. Sorulunca da ‘Biz o rezervleri bugünler için biriktirdik’ demiş. Mehmet Şimşek, o lafı ettiği günden beri bu darbenin mali ayağıdır. Dünyaya karşı geçmişte kendini prestijli biri olarak, demokrat biri olarak pazarlayan Mehmet Şimşek, kendisini seçimle gelmiş birini gönderip, yerine kayyım atamaya, bir cumhurbaşkanı adayının adaylığına engel olmaya çalışılan darbenin finansörü olarak tescil etmiştir. Şimdi söyledikleri olmuyormuş da bilmem neymiş de… ‘İstifa etmek istiyorum. Beyefendiden affımı talep ediyorum…’ Bırakıp kaçıp kurtulacak. Bir kere istifa – mistifa etmesin, burada beklesin. Çünkü biz bu darbe girişimiyle sandıkta hesaplaşacağız. O Mehmet Şimşek’in o gece yüzünü göreceğiz. Ama Mehmet Bey, bir punduna getirip de kaçarsan… Vallahi kaçamazsın, ant olsun ki peşini bırakmayacağız. Gittiğin ülkede hangi işe girmeye niyetlenirsen niyetlen, gittiğin ülkede perdeyi açacaksın billboardda senin bir darbenin finansörü olduğun yazacak. Sokakta yürüyeceksin, vallahi billboard kiralayacağım, otobüs giydireceğim, seni dünyaya rezil edeceğim. Öyle istifa – mistifa, ‘Beyefendi kabul ederse 10 güne yokum…’ Gittiğin yere kadar kovalayacağız, yaptıklarının hepsini bütün dünyaya anlatacağız. Bundan sonra da ‘Saygın ekonomistim…’ O zaman gelip de Türkiye’de darbeye karışmayacaksın, darbe finanse etmeyeceksin kardeşim, etmeyeceksin.”
“‘DEPREMDE NEREDEYDİN?’ DİYOR, EKREM BAŞKAN’IN KOLTUĞUNU BOŞALTAN SENSİN”
“Allah’a şükür İstanbul’da can kaybı olmayan bir deprem atlattık, 23 Nisan’da. Yüreğimiz ağzımıza geldi. Sayın Erdoğan, aklınca oradan siyaset çıkarmaya çalışıyor. Efendim normalde, geçen deprem üç gün ortada yoktu ya. Bu depremde gitti, AFAD’da oturdu, siyasi bir toplantı tertip etti. Bir yanında AK Parti il başkanı, bir yanında partisinin sayın sözcüsü. Bizimkileri çağırmadı. Sonra çıkmış bana ‘Efendim depremde neredeydin?’ Kardeşim ben depremde nerede olacağım? Bir siyasi partinin genel başkanı olarak gelip de AKOM’da, boş bulduğum bir koltuğa oturup da eğitimim olmayan bir konuda, bilmediğim bir konuda AKOM’daki o boş koltuğa oturup da krizi ben mi yöneteceğim? O koltuğu boşaltan sensin, o koltuk Ekrem Başkan’ın koltuğudur. Onu oraya İstanbullular oturtmuştur. Ama ‘Ey’ diyor, ‘Sayın Genel Başkan. Ne yaptın sen deprem için?’ diyor. Ne yaptım biliyor musun? Bir kez de buradan tekrar edeyim. 31 Mart’ta birinci parti olduk. Dedim ki, ‘Eski kavgaların, eski sürtüşmelerin, çekişmelerin kimseye faydası yok. Olsa Erdoğan’a olurdu. Üç ay boyunca bize küfür etti. Hakaretler ettiler. ‘Terörist’ dediler, ‘demlenme’ dediler, onu dediler, bunu dediler. Birine cevap vermeyip, vatandaşın sorunlarını konuştuk. Aslan gibi belediye başkan adaylarımızı tanıttık. Sorunları nasıl çözeceğimizi söyledik. Millet takdir etti, görev verdi. ‘Bundan sonra da böyle yapalım’ dedik. Dedim ki ‘Kavga olmasın, tartışma olmasın. Belediyelerin işleri var. Bu işler görülsün. Bu sırada en önemli gündemimiz…’ dedim. ‘Elbette adaletsizlik çok önemli. Elbette içeride tutulan arkadaşlarımız çok önemli. Emeklinin açtığı, asgari ücretlinin açlığı, yoksulluk çok önemli.’ Hepsine önerilerimi söyledim. ‘Asgari ücret 30 bin lira olursa oy veririz’ dedik. ‘En düşük emekli maaşı asgari ücret olmalıdır’ dedik.”
“BİR KEZ DAHA ÇAĞRI YAPIYORUM; DEPREMDE BİRLİKTE ÇALIŞALIM”
“Hepsini söyledik ama dedim ki, ‘Hepsi bir yana en önemli gündem Türkiye’de deprem. Lütfen burada bir Deprem Bakanlığı kurun. Bu bakanlığın başına Türkiye’de bu işte en iyi kimse onu getirin. Altına da kendi partiniz dahil, benim partim dahil, DEM dahil, MHP dahil tüm Meclis’te grubu bulunan partilerden birer bakan yardımcısı isteyin. Hepimiz de verdiklerimizi liyakatte yarıştıralım. Siyasete alet etmeyelim. Yapılan iş ne size ne bana, bu millete yarasın. Bu deprem meselesini riski de beraber alarak, yarın öbür gün bir övgü olacaksa da hepsini millete ortak ederek yapalım’ dedim. Not aldılar. 10 – 15 gün, 20 gün sonraki görüşmede bir daha söyledim. ‘Ne yaptınız?’ dedim, bir daha not aldılar. O günden bugüne Ekrem Başkan’ın ‘Deprem Konseyi oluşturalım’ teklifini de reddettiler. 233 proje ile İstanbul’u deprem riskine karşı hazırlıyoruz. 114 milyar liralık Deprem Seferberlik Planı’nı hazırlamışız. Acil Ulaşım Planı’nı hazırlamışız. Riskli yapılar tespit edilmiş. Önlerinde İstanbul’un, İzmir’in, dünya kadar kentsel dönüşüm projesinin, ayrıca yurtdışından bulunmuş hibelerin, kredilerin imzası duruyor. Onlar bizi silkelemekle uğraşıyor. Allah göstermesin 23 Nisan’da İstanbul’u 6,2 ile silkelediler. Daha fazla İstanbul’da bir şiddet olsaydı o zaman görecektin sen; milletin seçtiği belediye başkanını silkelemek mi, yoksa depreme el birliği ile hazırlık yapmak mı? Bir kez daha buradan Sayın Erdoğan’a hatırlatıyorum. Türkiye’nin bu önemli deprem gündeminde nüfusun yüzde 65’ini, ekonominin yüzde 70’inin olduğu belediyeleri yöneten partinin Genel Başkanı olarak hatırlatıyorum: Gel bu işi siyasi çatışmadan çıkaralım ve hep birlikte çalışalım. Bu milletin evlatlarını İstanbul depremine, diğer şehirlerin depremine kaybedip de mezarlarının başına oturup ağlamayalım. Aklımızı başımıza toplayalım.”
“BU KONUTLARI HANGİ ‘GARİBAN’ KATARLILARA VERECEKSİN?”
“Kanal İstanbul konusunda önerilerimiz sunduk. Kendine güvenen sandığı getirir. İstanbullu, Kanal İstanbul’u istemiyor. 65 milyar dolara mal olacak olan bu projede, 1,5 milyon konut yapabiliriz. 24 bin tane konut yapmış. O konutu anlatmaya uğraşıyor. Bakın ‘sosyal konut’ dediği konuta bakın. 1/100.000 ölçekli, mahkemelerin iptal ettiği… Bakın bu gösterdiğim Kanal İstanbul. 24 bin konutu yaptığı yer burası. Kanal burada, konutlar burada. Bu korsan, bu hukuken yok hükmünde olan plana göre buraya konut yapıyor. Suçüstü yakalanınca da ‘Garibana verecektim’ diyor. Haydi şimdi bizim sayemizde belki garibana vereceksin, göreceğiz. Bir de ta İstanbul’un burasında o kanalı gören yerde, hem de gölün su toplayacağı havzayı da katlederek bunu yaptın. Peki burayı, burayı, burayı hangi garibana, Katar’ın hangi garibanına söz verdin sen? Katarlıların hangi garibanına? Söz verdi değil, tepeden tespit etti. Önerdi, tapularını aldılar. Bazı yer var beş kere tapusu değişti kendisi Kanal İstanbul dediğinden beri. Gariban vatandaşın tarlalarını topladılar, arsalarını kamulaştırdılar. Kaçıncı taklayı attırıyorlar. O yüzden referandum konusunun Sayın Erdoğan’a sayın basın mensupları tarafından sorulmasını, soruyu soran basın mensubunun da korumalar tarafından ileri atılmamasını, cevabın verilmesini talep ediyoruz. Çünkü cesaret edip bir tane soru soran çıkıyor içinde, korumalar alıyor karşı duvara kadar atıyorlar. Arkadaşlara da sonra ‘Efendim niye sormuyorsunuz, niye bilmem ne yapıyorsunuz?’ demeyelim. Nelerin yaşandığını görelim. Basın mensubunu duvara fırlatan korumadan, o kişinin koruduğu kişi mesuldür. Bizim yaşadığımız olayda, herkes konuşuyor ‘Koruma zafiyeti var’ diye. Koruma zafiyeti yok, korunma zafiyeti var. Oraya gittiğimizde ekibin en öne koyduğu kişiyi – cenazedeyiz – milleti itip kakmasınlar, yarmasınlar diye çeken benim. Baklava düzeni alıyorlar. ‘Bu iki arkadaş uzaklaşsın. Biz cenazeye gidiyoruz. Böyle harala gürele olmasın’ diyen benim. Ondan sonra her biri birbirinden kıymetli, iyi niyetli, aile babası, iyi eğitimli, inandığımız, güvendiğimiz arkadaşları linç ediyorlar; koruma zafiyeti bilmem ne. Korumayı yönlendirme zafiyeti, korunma zafiyeti varsa bana aittir. Oradaki diğer büyük tertibin, yani koruma önlemlerinin alınmamasının, o yoldan yürütülmemizin, o caninin orada bekletilmesinin, hepsinin açığa çıkmasının sorumluluğu da iktidara aittir. Hiçbirimiz olmadık kişileri boşu boşuna zan altında bırakmayalım.”
“DIŞ POLİTİKANIN İFLASI YAŞANIYOR, KIBRIS VE FİLİSTİN KIRMIZI ÇİZGİMİZ”
“Değinmezsek olmayacak bir konu; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Erdoğan’ın oraya saray yapması, külliye yapması ayrı mevzu. Trump’ın baskısıyla ve Avrupa Birliği’nin, Avrupa’daki ülkelerin teşviği ile bizim Kuzey Kıbrıs’ı tanısınlar diye beklediğimiz Türki Cumhuriyetleri’nin gidip Güney Kıbrıs’ı tanıması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni işgalci olarak gösteren kararları tanımaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının tam anlamıyla iflasıdır. Trump korkusudur. Türkiye’nin tezlerinin terk edilmesi, güvendiği dağlara kar yağmasıdır. Kıbrıs’taki konuşmada bu konuya bir kelime değinilmemesi, nasıl bir teslimiyet içinde olunduğunun kanıtıdır. Biz hem bu konuda, hem de Trump’ın ‘Efendim Gazze güzelmiş. Otel yapacağım, kumarhane açacağım’ deyip, ‘Bu Filistinlileri etrafa dağıtacağım’ deyip, soykırım suçunun üstüne bir de tehciri getirmesini son derece sıkıntılı, kaygı verici, direnilmesi gereken bir mevzu olarak görüyoruz. Gazze’nin hemen önünde, bütün Avrupa’ya 100 yıl yetecek hidrokarbon yataklarına Trump böyle kendince gülümseten üslubu ile çökerken, buna sessiz kalınmasını büyük bir ihanet; Filistin davasına büyük bir ihanet olarak görüyoruz. Kıbrıs ve Filistin meselesi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kırmızı çizgisidir. Bu konuda iktidarı bir kez daha, en net şekilde uyarıyoruz.”
“KIBRIS’A BÜYÜKELÇİ ATAYIP APAR TOPAR ALAN ERDOĞAN, SORULARA SUSUYOR”
“Kıbrıs’ta meslekten gelmeyen birisinin, kendi geçmişte gizli kasasının, sonra devletin örtülü ödeneğinin emanet olduğu kişinin oğlunu meslekten gelmeden Dışişleri Bakanlığı’na alan, Bakan Yardımcısı yapan, Kuzey Kıbrıs’a Büyükelçi atayan, altı ay sonra da apar topar alan Erdoğan’a sorular sordum, susuyor. Yasin Ekrem Serim’in, Halil Falyalı’yla öldürülen Halil Falyalı’yla ortak olduğu ortada. Halil Falyalı’nın 45 şantaj kaseti olduğu iddiaları ortada. Bu iddiaların peşine Süleyman Soylu’nun nerelere gittiğinin, Dubai’lere gittiğinin, neler yaptığının hep kanıtları devletin elinde, senin bilginde. Ondan sonraki İçişleri Bakanı zaten biliyor kendinden önce olanı. Ama oraya büyükelçi yaptığını aniden çektin, 45 kasetin 40’ı elde edilmiş, beşi kayıpmış. Bununla ilgili Cemil Önal diye birisi başladı anlatmaya. Kıbrıs basını yazabildi, bizim basın yazamadı. Bütün dünya bildi. Hatta birisi sonradan çarpıtıyor. ‘Seni aradığımı ispat et.’ ‘Beni aradın’ demedim ki. Haber yolluyorsun oradan gazeteci ile onunla bununla. ‘O kasetlerde bir ben mi varım? O kasetlere bir dönün bakın. O kasetlerde Binali Bey’in oğlu yok mu? Hakan Fidan’ın ailesi yok mu? Erdoğan’ın ailesine bakın’ diyen sensin. Şimdi ben o gün de dedim. ‘Aileyle uğraşmayız, emin olmadığımız şeyi varmış gibi söylemeyiz. Ama bu işe bir baksın bu devlet’ dedik. Bunlar bu işe bakacakken Cemil Önal’ı otelinde vurdular. Susturdular. Şimdi Erdoğan bunları söyleyen kişi öldürüldü. Muhasebecisiydi, ortağıydı Halil Falyalı’nın. Halil Falyalı öldürüldü, kasetler ondaydı. Adamın ortağını Kıbrıs’a büyükelçi yaptın. Yaptıysan neden yaptın, aldıysan neden aldın? Bunu bize bir anlatman lazım. Ama ağızlarını bıçak açmıyor. Hepsi birbirini biliyor. Hepsi kimin bu işin en orta noktasında olduğunu ve çok kişiye karıştırırsan, Binali Bey de söylesin, Hakan Fidan’ı da söylesin, Erdoğan’ın çocukları var söylesin. Yolla kasetin bir nüshasını, var mı görelim. Madem ki o kadar eminsin bir de sonra dönüp ‘Vay efendim ben Özgür Özel’i aradıysam ispatlasın.’ Bugün de gitmiş bir yerde kariyer planlama günleri yapıyormuş. Çocuklar da onu dinliyormuş. Kariyerini ona uyup da planlayan evladımın vay haline, vay haline.”
“DARBEYE DİRENİYOR, İKTİDARA YÜRÜYORUZ”
“Son sözüm şudur, 18 Mart’tan 49 gün sonra, yarın, bu darbenin başladığı günden 49 gün sonra, ‘Bu darbeyi püskürteceksek sembol mekan Saraçhane’ye sahip çıkalım’ deyip gittiğimizde, ‘Bütün İstanbul’u buraya çağırıyorum’ dediğimizde, İstanbul Valiliği ‘Toplanamazsınız, gidemezsiniz. Beş gün süreyle yasakladım’ dediğinde, metrolar kapandığında, köprüler kalktığında, vapurlar zincirlendiğinde, seferleri iptal edildiğinde, ‘Ne olacaksa bu gece olacak, ya bu meydan dolacak ya bu darbe başarılı olacak’ dediğimizde Beyazıt Meydanı’nda İstanbul Üniversitesi, İstanbul işgaline ilk direnenler, ilk mitingleri tertip edenler, önlerindeki engelleri, bariyerleri yıkıp şarkılarla, marşlarla Saraçhane’ye girmişlerdi. Onların adımları üstüne, Vatan Emniyetin önündeki 5 bin CHP’li de o taraftan Saraçhane’ye girdiler. O ilk gelen 7-8 bin kişinin o meydandan ‘Buradayız, bekliyoruz’ dedikten sonra bütün İstanbul geldi, aktı. O meydanda 150 bin de olduk, 550 bin de olduk, nihayet bir milyon 200 bin kişi de olduk. Orayı kayyıma teslim etmedik, bir seçilmişe teslim ettikten sonra da köprüyü geçip Maltepe’de kalabalık bir fotoğraf çektirdik. Anadolu’ya gidiyoruz, her Çarşamba geri geliyoruz. Bir elimiz, bir ayağımız Anadolu’da, hep beraber bazen CHP’nin güçlü olduğu yerlerde bazen oyumuzun yüzde 2 olduğu yerlerde, şehre saygılı, vatandaşla kucaklaşan, derdimizi anlatan işler yapıyoruz. Şimdi yarın Saraçhane’ye Beyazıt’ta toplanıp gelenlere iadeyi ziyarete gidiyoruz. Diplomanın iptaline karşı davayı açtığımız gün, Ekrem Başkan’ın mazbatasını iptal ettiklerinde, ceketi çıkarıp, kolları sıvayıp, ‘Gençliğimiz var’ dediği günün yıldönümünde, o gün yola çıktığı yolculuğun yıldönümünde bu sefer Saraçhane’de toplanıyoruz, Beyazıt’a, İstanbul Üniversitesi’ne, o diplomayı iptal eden hadsizlere haddini bildiren İstanbul’un gençleriyle kucaklaşmaya gidiyoruz. Yarın Beyazıt’tayız, Cumartesi Van’dayız, yan yanayız, omuz omuzayız, teslim olmuyoruz. Darbeye direniyor, iktidara yürüyoruz. Yolumuz açık olsun. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.”