CHP Lideri Özgür Özel : ”Cumhurbaşkanı Eliyle Yapılmış Manipülasyon Ortaya Çıkmıştır”
Ekim 8, 2024CHP Genel Başkanı Özgür Özel: “Cumhurbaşkanı’na Çağrıda Bulunuyorum: ‘Bu Konuya Çözüm Gelsin’”
Ekim 9, 2024Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel: “Bir Adım Geri Adım Atarsak Namerdiz”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay ile ilgili iddialara ilişkin olarak, “Bu partiye dışarıdan saldıranlara, bir kelime eksik konuşursak, bir santim eğilirsek, bir adım geri adım atarsak namerdiz. Partili olmadığı halde, bir yerden yüz bulup, bir konjonktürden fırsat yakalayıp, bir çelişkiden kendine makam mevki üreten o sahtekârlar, o ahlaksızlar alnınızı karışlamazsam namerdim, namerdim, namerdim. Jale Hanım da, Kadın Kolları Genel Başkanım Asu Hanım da, bu Meclisin Meclis Başkanvekili de, Asiye Hanım da Müzeyyen Hanım da bileklerinin hakkıyla buraya geldiler, Atatürk’ün açtığı bu yolda bütün Türk kadınları adına yürüyorlar. Ve ne feda edecek bir Gülşahımız, ne sizden korkacak biz Özgür Özel var. Cürmünüz kadar yer yakarsanız, cürmünüz kadar” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM Grup Toplantısında Uzunköprü Belediye Başkanı Ediz Martin’e rozet taktı. Özel, “Değerli Cumhuriyet Halk Partisi ailesi, üçüncü yasama yılının ilk günü. Büyük bir coşku var. Sokaktaki heyecanı hissediyorsunuz. Ayrıca bu coşkunun, bu sahiplenmenin ne anlama geldiğini biliyorum. Ona birazdan değineceğim ama bir çağrı yaptık. ‘Baba evinin kapıları açık’ dedik. Uzunköprü’de partimizden aday adayı olmayan, demokratik bir şekilde yarıştığımız, seçimi kazanan ama kökü CHP’de olan, CHP onun da baba evi olan Ediz Martin Başkanımız bağımsızdı belli süredir, bugün baba evine dönmeye karar verdi. Rozetini İl Başkanımız baba evinde taktı. Yazdı o zaman. İlk toplantıda bir rozet de Genel Başkan’dan, CHP Grubu’ndan. Hoş geldin Başkanım. Eğer baba evine bir dönüş olacaksa önce İlçe Başkanlığı, İl Başkanlığı ve CHP örgütü ile kenetlenilecek, ondan sonra böyle el ele ve kol kola gelinecek. Başımızın üstünde, baba evindeki yeri alınacak. Hoş geldin Başkanım” ifadesini kullandı. Özel, Bağımsız İstanbul Milletvekili Nimet Özdemir’e de rozet taktı. Özel, “İstanbul İl Başkanımızı bu taraftan alalım, İstanbul milletvekillerimizden, aynı bölge ve yakın yerden olan arkadaşlarım buyursunlar. Nimet Hanım, iş dünyasında çok önemli başarıları olan, 2017 yılında bir siyasi partinin kuruluşunda yer alan, 2023 seçimlerinde İstanbul birinci bölgeden milletvekili seçilen, bir süredir bağımsız olan, hayvan hakları, çevre politikaları, kadın, çocuk, engelli haklarında büyük bir mücadele veren, bundan sonra da grubumuzun gücüne güç katacak olan değerli bir milletvekilimiz. Bir süredir CHP’ye, baba ocağına gelmek istedi. Milletvekillerimiz, Grubumuz ve elbette İstanbul’daki İlçe Başkanlarımız ve İl Başkanımızla birlikte bugün buradalar. Örgütümüzü ve grubumuzu temsilen bölge Milletvekillerimiz yanımızda. Hoş geldiniz, baba evi büyümeye devam ediyor. Nimet Hanım’ı büyük bir memnuniyetle ve alkışlarla Grubumuza davet ediyoruz” ifadesini kullandı. Özel, şunları kaydetti:
“ŞİDDETİ ÜRETEN BU DÜZENİN KENDİSİDİR”
“Değerli milletvekillerim, kıymetli grubum, Türkiye’nin dört bir yanından gelen bu büyük coşkuyla başlamakta olan yasama yılında bugün yalnız bırakmayan örgütümüz, kıymetli konuklar, televizyonlarından izleyenler, radyolarından dinleyenler… Hepinizi CHP adına saygı ile selamlıyorum, hepiniz hoş geldiniz. Maalesef acı haberlerin hepimizi kahrettiği günlerdeyiz. Öncelikle bir taziye dileğinde bulunacağım. 41’inci hükümette İmar ve İskan Bakanlığı, 54’üncü hükümette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yapan, Milli Görüş Hareketi’nin önemli isimlerinden Sayın Recai Kutan’ın vefat haberini üzülerek öğrendik. Bu saatlerde kendisi Ankara’da defnediliyor, toprağına kavuşuyor. Ailesine ve Milli Görüş Camiasına başsağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin. Hafta sonu ve dün çok üzücü olaylara şahitlik ettik. İstanbul Fatih ve Eyüpsultan’da Semih Çelik ismindeki cani iki genç kadını, İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’i katletti. Tekirdağ’da şiddete ve istismara uğrayan, sadece iki yaşındaki Sıla bebek dün tedavi görürken yaşam mücadelesini kaybetti. Bu yılın ilk 9 ayında 295 kadın hayattan koparıldı. Bugün ülkemizde yaşanan kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet olaylarının bir rastlantı olmadığını hepimiz biliyoruz. Şiddeti üreten maalesef bu düzenin kendisidir. Günlerdir İkbal ve Ayşenur’un vahşice katledilmesinin ardından bile failin özelliklerini öne çıkaran, faili ve katledilen kadınlar arasındaki ilişkiyi adeta magazin malzemesi haline getiren ifadeler kullanılıyor. Ama esas sorun şudur ki bu soruya cevap aramamız lazım: Bu toplum bu hale nasıl geldi? Bu canileri yaratan ve aramızda dolaştıran koşullar nedir? Bu siyasi rejim kim ne derse desin, beyanları, icraatlarıyla ve rakamlarla görülüyor ki kadınları eşit görmüyor. Kadınlara iyi gelmiyor.”
“2011 YILI, KADINA ŞİDDETİN BARİZ DÜŞTÜĞÜ BİR YIL OLMUŞTU”
“Öyle bir süreçteyiz ki bu iktidar kadınlarımızı ve çocuklarımızı koruyamadığı gibi, bu konuda atılmış olumlu adımlardan geri adımlar atıyor. AKP’nin kadınları hedef alan politikalarının en somut örneği 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı tek imza ile çıkmasıdır. Buradan hepinize hatırlatmak isterim. İstanbul Sözleşmesi uluslararası çok uluslu bir sözleşme olarak, İstanbul’da bağıtlanan, imzalanan, hepimizin gurur duyduğu, 2011 yılında Meclis’ten geçerken Meclis’teki tüm siyasi partilerin tüm milletvekillerinin coşkuyla oy verdikleri, ‘Bundan sonra kadın katilleri, kadına karşı şiddete meyil edenler iyi düşünsün’ dediğimiz, arkasından sayısız yasal düzenlemelerin gelmesinin, kurumların oluşturulmasının, kuralların uygulanmasının ve caydırıcılığın en net şekilde ortaya çıkacağını Türkiye’nin tamamının gördüğü, bildiği ve birilerinin ayağını denk aldığı bir yıl oldu. Tam 15 yıl içinde, 2011 yılı kadına karşı şiddetin bariz şekilde düştüğü, kadın cinayetlerinin bariz şekilde düştüğü yıldı. Bakın bu örnek tek değil. Hatırlayın, kapkaç olayları. Her gün televizyonda üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı haber. Adana, İzmir, İstanbul, Eskişehir’de kapkaç vakaları. Kadınlar sürükleniyor, hatta hatırlayın kadını sürüklüyor, çantayı çalıyor, köşede yakalanıyor, gidiyor, ifadeyi veriyor, salıveriliyor. Akşamüstü bir başka kadına kapkaç yapıyorlardı. Ne oldu? Dedik ki ‘Kapkaçın cezası 1 ila 3 yıl. Yatarı alt sınırdan verilirse yok.’ Geçmişte suçu da yoksa 1 yılı alıyor ve aramızda dolanıyor. Zaten bu kadar az olan bir cezaya tutukluluk tedbiri uygulanmıyor. İmkan olsa günde beş kere kapkaç yapabilir. Dönüldü, hepimizin katkısıyla, bu kürsülerden söylendi, bu Meclis’te söylendi. Ceza önce 7 yıla çıkarıldı ama dendi ki ‘Zor varsa, sürüklenme varsa yağmaya girsin’. ‘Öyle planlanmış, tasarlanmış mobiletle iki kişi nitelikli yağmaya girsin.’ 1 yıl olup yatılmayan ceza 15 yıl oluverince herkes aklını başına aldı. Dedi ki, ‘Bu devlet kafaya takmış. Bundan sonra kapkaç yapanın burnundan getirecekler. Günyüzü göstermeyecekler.’”
“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, KARARLILIĞIN SÖZLEŞMESİYDİ”
“Şimdi kapkaç dünyadaki oranlarda. Türkiye kapkaç cenneti bir ülke olmaktan çıktı. Artık televizyonlarda pek az görüyoruz. Demek ki neymiş, toplumsal mutabakat varsa, kadına karşı şiddette yok mu? Kadın cinayetlerinde yok mu? Buna herkes karşı çıkarsa, sözde bakarsan savunan var mı? Devlet bu işe kafayı takarsa, masaya yumruğu vurursa, ‘Ben bu işi bitireceğim’ derse bitiriyor. İstanbul Sözleşmesi bu kararlılığın sözleşmesiydi. İstanbul Sözleşmesi’nde o yıl bütün vakaların azalmasının sebebi ayaklarını denk aldılar. ‘Devlet, Meclis bu işe kafayı taktı’ dediler. ‘Bundan sonra kadına karşı şiddetin cezası ağır, kadına karşı cinayet aman ha’ dediler. Ayaklarını denk aldılar. Sonra yapılacak düzenlemeler gecikti. Bir kısmı yapıldı, bir kısmı yapılmadı. Yapılanlar düzgün uygulanmadı. Birtakım çevrelerden, muhafazakarlardan değil; gerici, selefi, kadını hayvan ile bir gören, ‘Sahipsiz olanları, boşta gezenleri sahiplendirilsin’ diyen, geçmişin domuz bağcıları velveleye başladılar: ‘İstanbul Sözleşmesi’ne hayır, İstanbul Sözleşmesi’ne hayır…’ Döndü dolaştı, birtakım sağ partilerin de bunu meydanlarda söylemesiyle birlikte Tayyip Erdoğan, yüzde yarım oyun peşine düştü. O canileri hoş görenlerin, o ‘Kadının sırtından sopayı eksik etme’ diyenlerin, uzaklaştırma kararını evlatlarımdan uzaklaşıyorum diye ajite edenlerin taleplerine uyup, hepimizin birlikte girdiği sözleşmeden, İstanbul’un adıyla anılan bu sözleşmeden Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla çıkıldı.”
“TEK İMZAYLA DEVLETİ KADINLARIN VE ÇOCUKLARIN ARKASINDAN ÇEKTİ”
“Şimdi her gün bir cinayet işlenirken, ‘Niye işleniyor?’ derseniz, Tayyip Bey tek kişilik imzayla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak, devleti kadınların ve çocukların arkasından çekti. Katiller dedi ki, ‘Tam tersine bak artık eskisi kadar ceza vermeye niyetli değiller. Bak artık şiddet o kadar da herkesin karşı çıktığı bir şey değil. Bundan sonra bana bir şey olmaz. Girsem de kravatı takarım, iyi halden yararlanırım. Pişmanım derim, pişmanlıktan yararlanırım. İyi bir avukat gelir, beni birkaç sene sonra nasılsa İnfaz Kanunu’nu AKP ile MHP değiştirir. Devlet Bey bir mafya lideri için, Devlet Bey geçmişten dava arkadaşım dediği bir kriminal için gider ve ricada bulunur. Dönülür, dolaşılır, hapishaneler boşalır, ben de araya karışırım’ dediler. Bu, bu kadar politik, bu kadar siyasi, bu kadar gerçek bir mesele. O yüzden devleti kadının ve çocuğun arkasından çekince istatistiklerin böyle fırlamasına kimse şaşırmasın.”
“TÜM PARTİLERİN KADIN KOLLARI GENEL BAŞKANLARINA ÇAĞRIDA BULUNDUK”
“Kadın Kolları Genel Başkanımız burada. Kendileri çalışmışlar, bize önerdiler. Dedik ki ‘Çok iyi olur’. AKP dahil bütün partilerin Kadın Kolları Genel Başkanlarına çağrıda bulunduk. Gerekirse tek tek ziyaret edecekler. Bu hafta olayı kınayan eylem de yapacaklar ama esas olarak da tüm siyasi partilerin kadın örgütlerinin peşine koşup, diyecekler ki ‘Gelin, gelin bu İstanbul Sözleşmesi’ne dönelim.’ Eğer kadınların uzattığı bu eli siyasi görüşü ne olursa olsun, Allah var İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığında ben AKP’li birçok kadın milletvekilinin ne kadar üzüldüğünü, ‘Gücümüz yetmedi’ dediklerini, kahrolduklarını biliyorum. Ama bir sessiz çoğunluk ve bir yandan da kadını Bakanlar Kurulu görevlendirirken sadece Aile Bakanlığına layık gören, 17 Bakanlığı erkeğe veren, kadının yerini aile ve ev diye gören anlayış bu memlekete bunu yaptı. Türkiye’nin bütün kadınları… Biz bu mücadeleyi elbette iktidar olduğumuzda ilk 10 günde, aslında hepimiz biliyoruz ki bir imza ile çıkılamaz, uluslararası hukuk açısından zaten yürürlükte. Bizim iktidarımızı, yapılacak ilk genel seçimi beklemeden, şimdiden kim el veriyorsa elini tutacağız; omuz omuza vereceğiz. Çocuk istismarcılarının, Narin’in katillerinin, kadın katillerinin bir daha gün ışığı görmemesi için ne yapılması gerekiyorsa biz buradayız. Hep birlikte çalışıyoruz.”
“ERDOĞAN İKİNCİ ZAMMI YAPMADI, ASGARİ ÜCRET 11 BİN 200 LİRAYA DÜŞTÜ”
“Sayın Erdoğan seçimden önce çok söz verdin. ‘Emekliyi enflasyona ezdirmeyeceğim’ dedin, ama inim inim inliyorlar. 12 bin 500 lira. ‘Asgari ücrete dört kere zam düşünülür’ dedin, dördü bırak bu sene ikinci zammı yapmadın, verildiği günün 17 bin lirası düşmüş 11 bin 200 liraya. Diğer taraftan depremzedeye söz vermişsin, birazdan bahsedeceğim. Ne evlerini verdin, ne verdiğin sözlerin geri kalanını tuttun. Tuta tuta verdiğin sözlerden bir Hüda Par’a verdiğini mi tutacaksın? Madem hiçbir sözü tutmuyorsun, şu Hüda Par’a, şu kadına karşı şiddeti meşrulaştıranlara, domuz bağcıların avukatlarına verdiğin söz lanet olsun tutma o sözü artık.”
“CUMHURBAŞKANI OLUNCA ‘GEL ANLAT’ DEDİK”
”Kıymetli grubumuz birazdan benim de katılacağım bir oturuma katılacak, önerimiz o yönde, O yönde ilerlemesini bekliyoruz; bir kapalı oturum yapılacak. Sebebi; geçtiğimiz hafta Meclis’in açılışında, bu ülkenin Cumhurbaşkanı bu Meclis’in kürsüsünden çıktı ve dedi ki ‘İsrail’in bir sonraki hedefi biziz.’ Bu laf öyle laf olsun diye söylenmiş bir laf değil. Söylendiğinde arkası boş bırakılacak bir laf değil. Bu ülkeye diyorsun ki İsrail, Filistin’e yaptığı saldırıdan, Lübnan’a yaptığı saldırıdan sonra bize de saldıracak, bize de füze atacak, bize de savaş ilan edecek.’ Sonra dönüp arkanı gidiyorsun. Bu o kadar kolay değil. Böyle bir tehdit var mı? Biz kapalı oturumda çok daha net değerlendirmelerde bulunacağız. Ama söyleyelim… Türkiye gibi bir ülke, böyle güçlü bir ülke, bu kadar kahraman bir ordu… NATO başta olmak üzere uluslararası yapılardaki NATO’nun dördüncü, beşinci madde yükümlülükleri, Birleşmiş Milletler… Türkiye gibi bir ülkeye İsrail, Netanyahu saldıracakmış da tehdit olacakmış da… Bunun akla yatar tarafı yok. Söyleyen kahvede biri olsa ‘Deli misin?’ derler. Ama söyleyen Cumhurbaşkanı olunca ‘Gel anlat’ dedik, kendisini davet ettik. Tabi bu meseleyi Netanyahu’nun canlı yayında dinlemesini hiçbirimiz istemeyiz. ‘Kapalı oturum yapalım, gel anlat’ dedik. Kendi gelmedi, iki bakanını yolladı Birazdan iki bakanı gelecek ve bize bu konuda bilgilendirme yapacak. Ama önce şunu söyleyeyim. Kıbrıs Barış Harekatı’nda hareket için talimat verildiğinde Meclis, acil ve kapalı oturuma çağrıldı. Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan Meclis’i bilgilendirdi. Harekatın fiilen başladığı ve siyasi hedeflerin belirlediği askeri sınırlara yaklaşıldığı ilk günün sonunda, Meclis bir daha oturuma çağrıldı. Başbakan Bülent Ecevit tarafından Meclis bilgilendirildi. O toplantılardan çıkışta Muhalefet Lideri Süleyman Demirel çok açık, net bilgilendirme yapıldığını, hükümetin devlet adabına uygun davrandığını, bundan sonra Türkiye’nin iktidarı ve muhalefetiyle tek yürek olduğunu söyledi ve yürüdü. Şimdi bu toplantıya giriyoruz. Bu toplantının tutanakları 10 yıl açıklanamayacak. Yani içeride söyleneni dışarıda söyleyemezsiniz, söylememelisiniz, söylemeyeceğiz. Ama içeride söylenmeyeni gelip burada ifşa ederiz. Çünkü kimse İsrail’in Türkiye’ye saldırması gibi yakın bir tehdidi, orta vadeli bir tehdidi görmezken, bir yandan da 22 yıl sonra 31 Mart’ta seçim kaybetmişken, o günden bugüne hep ikinci partiyken, ekonomiyi çözemiyorken, enflasyonu düşüremiyorken, her şey ateş pahasıyken vatandaşa yapılan bütün anketlerde birinci sorun ekonomi, ikincisi işsizlik, üçüncüsü geçim sıkıntısı çıkıyorken, güvenlik kaygısı en dipteyken, devletin başındaki Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı şapkasıyla parti başkanı refleksi gösteriyorsa, bir güvenlik kaygısı üzerinden ‘Açsınız, yoksulsunuz, işsizsiniz ama arkama geçmelisiniz. Tehlike büyük, İsrail saldıracak’ diyorsa o zaman iş başka… Onun için zaten dedik, gel kapalı oturumda anlat, ikna et ve gereğini yapalım. Yok televizyonda gördüklerimizi göreceksek, İsrail’deki bir-iki meczubun attığı tweetten Türkiye’yi hedefleyen büyük İsrail haritasıyla tehdit büyük diye bir şeyler göreceksek, o zaman kimse kusura bakmasın. Şu numarayı kimse bu millete yutturamaz. Onu, ülkesinin ve Avrupa’nın canını okuyan Hitler şöyle yapıyordu: ‘Alman çocuklarının tereyağına değil, Alman tanklarının gres yağına ihtiyacı var. Çocuklarınızın beslenmesine isyan etmeyin, önce Alman tankları güçlü olsun çocuklar elbette tereyağına kavuşur.’ Bu yaklaşım, Türkiye siyasetine dış tehdit diye yaklaşıp da bu meseleyi bu noktaya getirme hesabı içeriyorsa o hesaba teslim olmayacağız. Herkes aklını başına alacak. Bu ülkenin gerçek sorunlarını kimseye örttürmeyiz.”
“İSRAİL’İN KINANMASI, FİLİSTİN’İN TANINMASI İÇİN MÜCADELE VERDİM”
“Biz bir yıl önce gecenin bir yarısı 7 Ekim akşamı, 6 Ekim’i 7 Ekim’e bağlayan gece, Hamas‘ın İsrail’in sivil hedeflerine bombalı saldırı yapmasını kınadık, ‘Bu terör eylemi’ dedik. O günden bugüne ‘Vay siz Hamas‘a terörist mi diyorsunuz’? İsrail’deki sivillerin üzerine attılar. Sonra? O günden sonra İsrail güya kendini savunmak için, güya meşru müdafaa hakkı diye o günden beri katliam yapıyor, soykırım yapıyor, 47 bin çoğu kadın ve çocuk 47 bin kişinin canına kast etti, öldürdü onları. Dünya kadar engelli bıraktı, yaralı bıraktı ardında. Dünyadaki bütün sol-sosyal demokrat liderlere mektup yazdım, ikinci başkanı olduğum başkan yardımcısı olduğum Sosyalist Enternasyonel‘de hem İspanya’nın hem Baltık ülkelerinin, İskandinav ülkelerinin, İsrail’i kanaması Filistin’i tanıması için mücadele verdim, Almanya’da Alman Sosyal Demokratların kongresinde kendi dillerinde tane tane bu işe müsamaha gösterilmemesi gerektiğini söyledik. Son çağrımız Ramallah‘ta Sosyalist Enternasyonel‘i toplamaktır. 77 ülkeden partiyiz. Bunların hepsi burada duruyor, bu mücadeleyi veriyoruz, vermeliyiz. Ama bir yandan da tabii ki 1967 sınırında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin bizim meselemizdir, bizim davamızdır, Ecevit’in davasıdır, Deniz Gezmiş’in davasıdır, Türk solunun davasıdır.”
“EY ERDOĞAN SEN Mİ SAMİMİSİN, BİZ Mİ?”
“Peki, son zamanlarda ilk olayları başlatan Hamas saldırısını kınadık diye bir yıldır İsrail’e yaptıklarımızı görmeyip Filistin davasına tekelinde tutmak isteyen anlayışa soruyorum. Ekim 2023’te başladı saldırılar, Türkiye’de pek çok siyasi ama en çok Cumhuriyet Halk Partisi ‘İsrail’le ticareti kes, İsrail’le ticaret yapıyorsun’ dedik. Ekim, Kasım, Aralık, inkâr ettiler. Ocak, Şubat söyleyene saldırdılar. Mart ayında yumuşadılar, Nisan’da yazıyı çıkardılar. ‘İsrail’le ticaret yasaktır’ diye. Saldırılar başladığından yazının çıktığı güne kadar 90 milyar lira mal satılmış. Bunun tam 20 milyarlık kısmı savaş malzemesi. Yani bizim gemilerle gitmiş Filistin’in tepesine yağmış. O günden sonra ‘durdurduk’ diyorlar. Arkadaşlarımız çalışma yaptılar. Normalde İsrail devletinde bilgisayarı açan herkesin görebildiği veriler var. O verilere baktığınızda İsrail’deyseniz görüyorsunuz, buradan görmek için başka teknik zorluklar var, onları açtık, o verilere ulaştık. Ne gördük biliyor musunuz? İsrail’le ticaret cayır cayır devam ediyor, cayır cayır. Neden? Ben dedim ki ‘Nasıl olur, hazırlayın’. Bir, İsrail’le serbest ticaret anlaşması askıya alınmamış. İki, kısıtlamada Türk menşeli ve İsrail menşeli ürün ifadesi kullanılmamış. Bu yapılmayınca ithalatta İsrail menşeili ürünlerin üçüncü ülke üzerinden, örneğin Azerbaycan’a satılıp gelmesi, Yunanistan’a satılıp gelmesi, Almanya’ya satılıp gelmesi yasaklanmamış. Türk mallarının üçüncü ülkeye satılıp gitmesi yasaklanmamış. Son kullanıcı sertifikası aranarak ‘Bu mal nereye gidecek en son’ sorusu yasaklamaya konmamış. Bankacılıkta takip yapılmamış. Türk gemilerinin İsrail Limanı’na girmesi yasaklanmamış. Ticaret yasak ‘Boş gemiyle gidiyorum’ diyor mesela. Yasaklanmamış. Ve en kötüsü de malın serbest bölgeden antrepodan çıkıp geçici depolama merkezinde etiket değiştirip İsrail’e gitmesi de yasaklanmamış. Fiili durum şu. Mal limandan çıkıyor, gemiye yolda başka bir gemi yaklaşıyor. Evraklar kağıt üstünde tak tak tak tak o ülkeye gitmiş o ülkeden buraya gitmiş diye düzenleniyor, İsrail’le ticaret cayır cayır devam ediyor. Ey Recep Tayyip Erdoğan sen mi samimi misin, biz mi samimiyiz? Sen mi samimisin, bu Türk milleti mi samimi?”
“VATANDAŞ CEP TELEFONU FATURASINI KONUŞUYOR”
“Bir yandan bambaşka işler yaşanıyor Türkiye’de. Vatandaş mesela ‘İsrail Türkiye’ye saldıracakmış’ diye konuşsun istiyorlar. Tehlike büyük, Üçüncü Dünya Savaşı çıkabilir diyorlar. Kahvelerde, ev gezmelerinde, komşu sohbetlerinde, işçi servislerinde bu konuşulsun istiyorlar. Oysa millet bunu konuşmuyor. Millet ne konuşuyor biliyor musunuz? Cep telefonunun faturasını konuşuyor. Bakın ülkemiz internet hızında 161 ülkeden 106’ncı sırada. Bizden yavaş ülkeler Venezuela, Bangladeş gibi ülkeler. Dünya genelinde internet hız ortalaması 85 Mb bizde 42, yarısı bile değil. Mobil internet hızında 111 ülkeden 58’inci sıradayız. Fiber internet hızında 38 ülkeden 26’ncı sıradayız. 21 Aralık 2017’de ‘100 Mb internete çıkacağız’ hedefi kondu. Üstünden yedi yıl geçti 2024 bitiyor, hedefi koyan ve canlı yayınlarda açıklayan Bakan Ahmet Arslan gitti üstüne de üç bakan değişti halen daha Türkiye 100 Mb değil 42 Mb internette. Ve ne yaptı bu beyler? Tarifelerle oynayarak 2020 yılında bir dört kişilik bir ailenin iletişim ve haberleşme maliyetleri. Anne baba, iki çocuk, sabit telefon, annede VE babada telsiz telefon, çocuğun büyüğünde telefon, küçüğünde tablet. Evde de internet. Bunun bir karması var, en makul tarifeler. Buna bir ailenin iletişim haberleşme maliyeti diyoruz. 2020’de aylık 300 TL veriyormuş, 2021’de 353, 2022’de 442, geçen sene 745. Hep çoğalıyor ama bu sene son düzenlemeyle 2 bin 350 lira. Millet bunu konuşmasın diye ‘İsrail füze atacak’ diyorlar. Bu cep telefonunu lüks diye gören şunu bilsin, Adana’da ırgat pazarında bekleyen adam, hamal cep telefonuyla bulunuyor. Su tesisatçısı cep telefonuyla bulunuyor, elektrik kaçağı olunca elektrikçi cep telefonuyla bulunuyor. Çilingir cep telefonuyla bulunuyor. Boyacı cep telefonuyla bulunuyor, çiçekçi cebini yazıyor, gidiyor köşede poğaça satıyor. O yüzden bu özellikle yoksulların, buna erişimi yoksulların işini de aksatıyor. 745 liralık paket 2 bin 350 liraya çıkmış. Ve bunu yapan kim? Türk Telekom, Turkcell, Vodafone. Türk Telekom devletin. Turkcell asrın kapkaçına uğradık çarptılar bizi, tekrar kucağımıza attılar yine devletin. Vodafone‘la da dünya deviyle de anlaşmışlar 700 liralık faturayı 2 bin 350 lira yapmışlar. Hani enflasyon çok değildi de, ahlaksız fırsatçılar vardı. Hani enflasyon yoktu da yüksek değildi de birileri fırsat bilip çok zam yapıyordu. 700 liralık faturayı 2 bin 300 liraya çıkarırken Mehmet Şimşek’in onayı yoksa, Recep Tayyip Erdoğan’ın onayı vardır. Faturasını alan ve eli yanan herkese söylüyorum: Senin elini yakan, cebine elini atan Recep Tayyip Erdoğan‘dır.”
“BİZDEKİ AYLIK ENFLASYON, 83 ÜLKENİN YILLIK ENFLASYONUNDAN YÜKSEK”
“İktidar partisi ekonomiyi düzeltme konusunda elbette sınıfta kaldı. Orta direği yok ettiler, asgari ücret, beyaz, mavi, gri yakalılar beslenme ya da barınma sorunu yaşıyor. İstanbul’da ev tutarsan aç kalırsın, karnını doyurursan sokakta kalırsın. Sistem bu durumda. İktidarın bu sorunları çözecek reçetesi yok. ‘Asgari ücrete dört kez zam yapacağım’ dedi ikinci zammı bile yapmadı. Ve en son aylık enflasyon açıklandı aylık enflasyonda yaz etkisini beklediler, eksi enflasyon beklediler yüzde 3 geldi. Yüzde 3 enflasyon dünyadaki 83 ülkeden yüksek, ama lafımı yanlış anlamayın yıllıkta değil. Bizim aylık enflasyonumuz 3, dünyadaki 83 ülkenin bir yıllık enflasyonu yüzde 3’ten düşük. Türkiye toplam enflasyonda Arjantin, Güney Sudan ve Zimbabwe‘den sonra enflasyonu en yüksek ülke. ‘51’den 49’a düştük’ diyor. Yaz etkisi, baz etkisi 51’den 49’a düşünce fiyatlar düşmüş gibi anlatıyor. Ne fiyat düşmesi? 51’se enflasyon geçen sene 100 lira olan mal 151 olur, enflasyon 49 olunca 149 lira olur. Fiyat düşmez. Geçen seneye göre yüzde 51 değil 49 artar. 151 lira olacağına 149 lira olur. Ama geçen seneden 49 lira pahalı olur. Enflasyonu eksi yapmadan fiyatlar düşmez, enflasyonu tek haneye indirmek için, bu yalan, bu masal bitmez. Bundan sonra CHP olarak Ekonomi Koordinasyon Kurulumuzun, ekonomi masamızın gayretleri ile bu rakamları, bu gerçekleri hem iş dünyasıyla, hem emek örgütleriyle, hem sokakla, caddeyle, hem ev hanımlarıyla, hem asgari ücretle çalışanlarla en etkili şekilde konuşmaya, bu yalanları gün yüzüne çıkarmaya devam edeceğiz.”
“SÖZÜM SÖZDÜR Kİ HATAY’DAN EKSİK OLMADIK, OLMAYACAĞIZ”
“Cumartesi, Pazar, Pazartesi günleri Hatay‘daydık. İktidar partisinin üvey evlat yerine koyduğu, verdiği sözleri tutmadığı Hatay’da. Grubumuza teşekkür ediyorum yaz boyunca Gölge Bakanlarımız ve milletvekilleri, milli eğitim, ulaştırma, sağlık, ekonomi, depremsellik, dirençli kentler noktasında, hukukçularımız rezerv alan meselesinde gittiler geldiler. O raporlarla gittim. Dün Hatay’da 700 kişilik bir salonda bin kişiyle oturduk. Normalde CHP eleştiriye açık bir parti. Hatay eleştiri dozu yüksek bir il. Bu kadar zorluktan bir yana orada eleştiri değil hepiniz sayesinde takdir duydum. ‘Hiç buradan elinizi çekmediniz, Atatürk’ün dediği gibi Hatay’ı kendi meseleniz, şahsi meseleniz bildiniz. Buradan ayrılmayın’ dediler. Dün bin kişi bir karar verdik. Dedik ki, ‘Bu salonu parça parça ayıralım, her hafta bir gölge bakan gelsin, sorunları biliyoruz, çözüm önerilerini söyledik, daha çoğunu söylüyoruz ama takip etsin. Her hafta Hatay’ın sesi Hatay‘dan bir gölge bakanla ve ilgili milletvekilleri ile ve o raporlar doğrultusunda genel başkan ağzından bu kürsüde söylensin’. Sözüm sözdür ki Hatay‘dan eksik olmadık, olmayacağız. Eksik olmasınlar canım Hataylılar. Onları yalnız koymayacağız, söz veriyorum. Yüz depremzedenin 96’sı çadırda, konteynerde ya da gurbette. Bir iki rakam vererek yavaş yavaş tamamlayacağım. Ve en önemli kısma geleceğim. Bir, ‘Hatay’da 254 bin konut vereceğiz’ dediler, 11 bin 366 anahtar dağıtıldı, yüzde 4,5. Türkiye’de oran ‘650 bin yapacağız’ dediklerine kıyasla yüzde 15’te, Tayyip Bey ‘365 bin yetecekmiş’ diyor. Türkiye ortalaması yüzde 30, Hatay ortalaması yüzde 4,5. 100 depremzedenin 96’sı çadırda, konteynerde ya da gurbette. Yerinde dönüşüm yapanlara, 750 bin kredi 750 bin hibe, yetmiyor, işlemiyor bu inşaat malzemesi fiyatlarıyla, maliyetleriyle. 1,5 milyon hibe, 1,5 milyon kredi Hatay’ın temel beklentisi. Bunu arkadaşlarımız Meclis’te bu hafta dile getirsinler, çalışsınlar, ilgili komisyonları toplantılara çağırsınlar.”
“AMİK OVASI’NDA 15 ÇEŞİT ÜRÜNÜN 15’İ DE ZARARDA”
“Amik Ovası’nda 15 çeşit ürünün 15’i de zararda. Geçen sene 25’e satılan pamuk 18-22 arası alıcı bulmakta. TOKİ evleri, ev çıkana boş senet imzalatıyorlar, mafya gibi. Senete imza atmazsan deprem konutunu teslim alamıyorsun, senet boş, altını sonra dolduracaklar. Deprem dosyalarına bilirkişi raporları yollanmayarak, gelenler kabul edilmeyerek yenileri istenerek, tutuksuzlar tutuklanmadan, dava sonuna gelirken firar ederek, firarilere kırmızı bülten çıkarılmadan Hatay’da depremdeki kayıpların sorumluları devlet eliyle sistematik şekilde yargı araçsallaştırılarak korunuyor. Bu konuda büyük isyan var. Ve mücbir sebep. Üç ayda bir uzatıyorlar, üç ayda bir Hatay işi gücü bırakıyor, Hatay milletvekilleri işi gücü bırakıyor, mücbir sebebi uzatıyor. Üç ay üç ay uzatmayın, kasım geliyor, şunu üç yıllığına uzatın. Daha önce başka illerde iki yıl, üç yıl uzatıldı. Bunu yapın, artık Hatay’ın önünü açın, önünü görmesini sağlayın. Haftaya Gölge Ulaştırma Bakanımız Ulaş Karasu ilk toplantısını yapacak, her hafta orada olacağız, her fırsatta Hatay’ın sorununu dile getireceğiz. Neden yapıyoruz? Vasiyet öyledir, Gazi’nin vasiyeti öyledir. Hatay onun milli meselesidir, şahsi meselesidir, Hatay bizim meselemizdir.”
“SURİYELİYE ÇALIŞMA İZNİ VERECEĞİNE KENDİ GENCİNİ İSTİHDAMA KAT”
“Hatay’ın ve Türkiye’nin bir meselesi sığınmacı sorunu. Çok konuştuk, çok anlattık. ‘Esat’la görüşmeye gideceğiz’ deyince ’Ben de gideceğim’ dedi. Putin‘i devreye soktu, sistemi kilitliyor, çözüm üretmiyorlar. Bir yandan tarihi fırsat var. Esat genel af ilan etti. Türkiye’de geçmişte Suriye’de suçu ne olursa olsun, bulunan herkes giderse aftan yararlanıyor, genel af, cezaevleri boşaldı. İlan tarihinden önce işlenen suçlar işlenmemiş sayılacak. Tam Suriye’ye dönecek fırsat. Tam dünyayı ayağa kaldıracak, ‘Elinizi taşın altına sokun’ diyecek, ‘Haydi bakalım bunlar memleketine gitsin, orada otursunlar, çalışsınlar, fabrikaysa oraya kurulsun, okulsa oraya yapılsın.’ Bizimkinden tık yok. Ve bir çalışma yapmış Göç İdaresi’ne, Türkiye’de geçici sığınma statüsünde olanların üç aylık geçici çalışma izinlerinin üç yıla çıkarılmasına, Türkiye’de bulunan geçici sığınmacıların, oturma izni olmayanların, çalışma izni olmayanların olmasına, bunların istihdama katılmasına. Allah’tan korkun ya. İstihdama çalışma izni olmayan yeni Suriyelilere çalışma izni verip onları istihdama katacağına, Türkiye’de üç gençten biri işsiz kardeşim, üç gençten biri işsiz. Bizim evladımızı istihdama kat. Emekliler dün İskenderun’da kaldırıyor, anlatıyor, ağlıyor. ‘İlacın katılım payı, ilacın verilen diğer ücretleri, canımıza tak etti’ diyor. Suriyeliler‘e bedava, emeklilere sağlık parayla. Biz ayrımcılık yapan, birey olarak sığınmacıyı hedef alan bir siyasi parti değiliz, yapanları da hiç doğru bulmuyoruz. Ama biz sığınmacıya değil, sığınmacı yaratan politikalara ve Tayyip Erdoğan gibi politikacılara karşıyız. Ve herkesin madem ki artık orada şartları olgunlaştı, genel af da çıktı. Herkesin evi güzel, herkesin memleketi güzel. Bizim yoksulumuz, bizim işsizimiz bize yeter. Onun için Tayyip Erdoğan’ı derhal Esat’la görüşmeye davet ediyorum, derhal.”
“TAYYİP BEY FATİH’TEKİ BAKKAL AMCAYLA İNATLAŞMAYA DEVAM EDİYOR”
“İstanbul Belediye Başkanımız Sevgili Ekrem İmamoğlu. Hepimizin İstanbul’a hizmetlerinden onur duyduğu, Beylikdüzü’nde aday olduğu günden beri şimdiye kadar AK Parti‘ye dörtte dört yapan, Beylikdüzü Belediyesi, 31 Mart seçimleri, 2019 tekrar seçimleri, 2024 yerel seçimleri. Dörtte dört, hani böyle yapıyor ya dörtte dört. Rüyasını görüyor. Eskiden o yapıyordu böyle, şimdi rüyasında Ekrem Bey yapıyor böyle. Öyle olunca siyaseten baş edemeyince, demokratik bir yarışta yenemeyince, 2019’da önce YSK‘ya suç işletip seçimleri iptal edip 12 bin 600’lük fark vardı, 45 gün sonra 608 bin fark oldu. Niye? Vallahi niye biliyor musunuz, çok özet anlatayım. Fatih’te bir bakkal amca dedi, ‘30 sene burada fasulye tarttım, pirinç tarttım, nohut tarttım. 30 senedir de Tayyip Erdoğan’a oy attım’ dedi. ‘Ben hak geçmesin diye pirince müşterinin kefesine şöyle ucuyla atarım belki 30-40 yılda bir kamyon pirinç, bir kamyon buğday yattım müşteriye hak geçmesin diye. Bir kere oy atmadım size Özgür Efendi’ dedi. ‘Bir daha da atmam belki’ dedi. ‘Son seçimde Binali Bey’e verdim, her seferinde de Tayyip Bey kim diyorsa ona verdim. Bu sefer vereceğim Ekrem evladıma. Çünkü hak geçti’ dedi. Şimdi Tayyip Bey o hacı amcayla inatlaşmaya devam ediyor. O hacı amcanın ferasetiyle ve vicdanıyla inatlaşıyorlar.”
“BU MESELENİN ÖZÜ TÜRK MİLLETİNE KENDİSİNİ KİMİN YÖNETECEĞİ KONUSUNDA SEÇME YASAĞI GETİRMEKTİR”
“Bir başkasının adı ‘Ahmak Davası’. Mevzunun özeti şu, hiç hukuki kısmına girmeye gerek yok. Soylu, Avrupa’daki belediyelerle konuşurken Türkiye’deki sıkıntılarını anlatan İmamoğlu için ‘Türkiye yurtdışına şikayet eden ahmak’ deyiverdi. O da hakkıdır ya, ‘Sensin ahmak’ deyiverdi. ‘Türkiye’deki seçimi iptal edenler ahmaktır’ dedi. Bu lafı söyleyen Soylu’ya cevaben söylendi. Soylu kendisi tazminat davası açtı ‘Bana ahmak dedi’ diye. Sonradan bir cinlik, bir kumpas düşündüler. ‘Yok ya Soylu‘ya söylemiş olmasın bizce o YSK‘yı kastetmiş olsun, kurul halinde çalışan kamu görevlisine alenen hakaret suçundan iki yıl ceza verelim, siyasi yasak getirelim’. Bu meselenin özü İmamoğlu‘na siyasi yasak getirme değildir. Bu meselenin özü Türk milletine kendisini kimin yöneteceği konusunda seçme yasağı getirmektir. İmamoğlu’nun şahsi meselesi değildir, Türk halkına günü geldiğinde ‘İmamoğlu aday olursa onu seçemezsin’ diye millete direnmektir. O yüzden dün Sevgili Mansur Başkanla da birlikteydik, o da kendi açıklamasını yapmıştı. Bu partinin dönüp dolaşıp ‘Cumhurbaşkanı adayı o mu olur, bu mu olur’ diye Saray’ı memnun edecek tartışmalardan ve Saray’ın taşeronlarının yarattığı çalkantılardan uzak durması lazım. Mesele cumhurbaşkanı adaylığını Ekrem Bey’in seçme seçilme hakkının ötesinde milletin seçme hakkına saldırıdır. Bu millet seçme hakkını bu milletin elinden aldırmaz. Nokta.”
“EĞER Kİ BU DAVA SİYASİ YASAKLA SONUÇLANSIN EN KÖTÜSÜ GERİDE KALMADI, EN KÖTÜSÜ ÖNÜMÜZDE”
“Ha siz ne yapıyorsunuz? Vallahi bu tip kumpasları çok gördük, çok mücadele ettik, bazen eksiğimiz kusurumuz oldu ama bu meseleyi tüm boyutlarıyla, tüm parti birlik beraberlik halinde tam bir motivasyonla ele alıyoruz ve şunu söylüyoruz: Türkiye 2024 yılında seçmenin seçme hakkının elinden alınacağı, birine söylenmiş sözün çarpıtılarak kumpasa dönüştürüleceği bir ülke haline gelirse, bu ülke hukuk devleti olmaktan zaten çıktı ama tescillersiniz bunu, bütün dünyaya bir kez daha ilan edersiniz. Sonra millete dönüp ‘Sakın ha ekonomiyi biz düzeltiriz, enflasyonu biz düşürürüz, sıkın dişinizi az kaldı’ demeyin. ‘Kötüsü geride kaldı’ demeyin. Eğer ki bu dava siyasi yasakla sonuçlansın en kötüsü geride kalmadı, en kötüsü önümüzde. Bu millete yapılacak en büyük kötülük budur. Herkes aklını başına, ayağını da denk alsın.”
“CENGİZ İNŞAAT 100 MİLYARINI YİYECEK BU MİLLETİN”
“Birkaç küçük not, sonra da artık ilk toplantı olduğu için uzadı da biraz. Başı da çok keyifliydi, çok uzundu. Bir geçen sene Elazığ’da ihale açtılar, milletvekilimiz bana kapalı bir zarf getirdi, bir tane de AK Parti grup başkanvekiline birlikte verdik. Dedi ki, ‘Adrese teslim bir ihale, Elazığ’daki bakır madeni Cengiz Holding’e anahtar teslim’. Dedi ki, ‘Sondaj montaj olmadan üç 5 milyar dolarlık bakır var diyorlar, içinde altın da var, gümüş de var, en az 60 milyar dolar’. Günü gelince kapalıydı zarf, açtık. İçinden Cengiz İnşaat çıktı. İki hafta önce mühürlemiş. ‘Nereden bildin’ dedik? Öyle bir davet mektubu, öyle bir şartname yazmışlar ki başkası giremiyor. Cengiz İnşaat 5 milyara aldığı işi, 60 milyarlık -çıkardı rezerv daha da çıkarıyor- şimdi Sinop’ta aynı numara çekiliyor haftaya bu saatlerde geçmiş olacağı için şimdiden söylüyorum. Haftaya Salı sabahı yine bir ihale var bu sefer Sinop’ta. Şartname kopyala yapıştır, aynı Elazığ’dakine benziyor. Ve Genel Başkan Yardımcımız çalıştı, şartnameye yazmışlar ihale bedeli 3,5 milyar. Deniz Yavuzyılmaz hesaplamış tam 100 milyar lira. Şartnameye bazı sistemler tanımlamışlar, o tanımlanan sistemler bir tek Cengiz İnşaat’ta var. Aynı Elazığ gibi anahtar teslimi verecekler 3,5 milyara, Cengiz İnşaat 100 milyarını yiyecek bu milletin. Buradan bu büyük hukuksuzluk için milletimize, Elazığ’a, Sinop’a 81 vilayete bu Cengiz İnşaatı da, bu Cengiz İnşaat’a zenginleştiren, kayıran, besleyen ve ondan beslenenleri şikayet ediyorum. Mademki ‘Her şeyin sorumlusu benim ben’ diyorsun Recep Tayyip Erdoğan milletin malını Cengiz’e peşkeş çekiyorsun.”
“BU MİLLETİN VİCDANI PARAYI DA SİYASİ DESTEĞİ DE YENER”
“Hatay’da Yolbulan işçilerini ziyaret ettim, 104 gündür eylemdeler. 700 derece sıcakta düşük maaşa çalışıyorlar. Asgari ücret artıp 25 bin lira olsaydı maaşları 30 bin lira olacaktı. Ama asgari ücret artmadı 19 bin liraya çalışıyorlar dayanamıyorlar, çok ağır işleri var. Eylemdeler, eylemleri için gittik yanlarında durduk. Hatay milletvekillerimizi yarın son bir kez işverenle arabuluculuk görüşmesi yapacaklar, ümit ediyoruz çözerler. Bir de benim hemşerilerim var. Bağımsız Maden-İş’e bağlı Fernas işçileri. Soma‘dan Ankara’ya yürüdüler, yalınayak yürüdüler, dikkat çekmek için. Fernas şirketi AK Parti Batman milletvekilinin adı ve soyadının kısaltmasıdır. Vekilimiz Ankara’da aktif milletvekilidir, orada işçilerin son derece makul talepleri sırf sendikalı oldukları için kabul edilmemiştir. İşçilere kötü davranılmıştır, direnen işçilere ters kelepçe yapılmıştır ve buradan hepinize hatırlatırım ki, Soma‘da bir sarı sendika var. Soma’yı perişan eden sarı sendika. Bu işçiler Bağımsız Maden-İş’te örgütlüler. Niye? Hani geçen sefer Soma‘nın hakkını vermediler de Süleyman Soylu‘nun tüm zorlamasına rağmen yola düştüler de sarı baretleri yere tak tak tak vurdular da hak aradılar da Soylu direndi, Tayyip Bey direndi, verilmedi, verilmedi. O Bağımsız Maden-İş’in gariban kurucusu Tahir Çetin ve Ali Faik İnter, Süleyman Soylu‘nun geri çevirdiği bu yolda ‘Bayram için gidip yine geleceğiz’ derken anasının elini öpmeye, evladına giderken trafik kazasında öldüler ya, bu Bağımsız Maden-İş o Bağımsız Maden-İş. Şimdi bu arkadaşlar Fernas işçileri eziliyormuş, görmüşler ki sarı sendika değil görmüşler ki maden işçisinin hakkı için bağımsız kurulan bir sendika can veriyor, ‘Biz de oraya geçiyoruz’ demişler. İşte ondan korkuyor AK Parti milletvekili. Fernas işçilerinin sonuna kadar arkasında duracağız, dururuz. Bu milletin vicdanı parayı da yener, Tayyip Bey’in siyasi desteğini de yener.”
“BİZ BU İKTİDARI YENERKEN CESARETİMİZLE, TEMİZLİĞİMİZLE, ONURUMUZLA YENECEĞİZ”
“Ve en tatsız ama konuşulması gereken konuya geldi sıra. Zor bir yola çıktık hepimiz, siyaset kolay değil, geniş olacaksın, her türlü saldırıya, iftiraya hazır olacaksın. Dışarıdan neler neler gelir? Vız geliri tırıs gider. Sen yanındakine, arkandakine, canına, ciğerine, dava arkadaşına bakacaksın. Onlar ki, Gazi Mustafa Kemal’in kurduğu partinin üyeleridir. Onlar ki en kötü günde birbirine sahip çıkanlardır. Uzaktan gelen taşa hiç bakmayacaksın, dayanacaksın. Öyle yaptık. Geçtiğimiz hafta bunu çok ahlaksız bir boyuta ulaştırdılar. 1993’ün Nisan ayından beri, 31 yıldır bir arada olduğum, üniversite arkadaşımın biricik kızının anasının boşanma davası açtığı iddia ettiler, inanamadım. Bununla kalacak sandık, bir takım yalanlar uydurdular. Durmadılar, beni 31 Mart‘taki ortak başarımızdan dolayı, 1 Nisan’da bizi cezalandıracaklardı yapamadılar ya, o günden bugüne birinci parti sokaklarda, salonlarda, meydanlarda iktidar sesi yükseliyor ya, 47 yıl sonra parti birinci parti olmuş, tek yumruk olmuş iktidara gidiyor ya, akılları sıra genel başkanı yapacağız diye, 18 yaşında bu partiye üye olmuş, o günden bugüne bu partide çalışmış, üniversiteyi bitirmiş, yüksek lisansını yapmış, özel sektörde çalışmış, Gençlik Kolları Başkanlığı yapmış, il başkan adayı olmuş, kaybetmiş, yılmamış; bu partiye 18 yıldır, gencecik yaşında, 18 yıldır hizmet eden, Manisa’nın tam mutabakatıyla… Biz Manisa’da, ilk ben aday oldum Gülşah Başkan, Gençlik Kolları Başkanıydı, yüzde 6 oy vardı bir önceki seçim. Üçüncü olduk, yüzde 13.9 oy aldık biz. O günden beri bütün Manisa beraber yürüdük. 18 aldık, 21 aldık, 23 aldık. O günlerde bir milletvekili vardı, üç milletvekili yaptık, dördü de bu sefer yaptık, ittifak ortağına gitti. 23 yaptık, 26 yaptık, 29 yaptık. 10 ay önce yüzde 29 aldık bu seçimde Manisa’da, hep beraber bir kişiyi arkada bırakmadan, bir kişiyi dışarıda bırakmadan, anketleri açık açık göstererek, sandıkları kurarak, kimseyi küstürmeden, bu seçimde biz Manisa’da yüzde 59 oy aldık. Gülşah Durbay, Şehzadeler’i, merkez ilçeyi, Cumhuriyet tarihinde hiç kazanmadığımız ilçeyi, mesirin karıldığı ilçeyi, Fatih’in tahta koştuğu ilçeyi, muhafazakar kodları en kuvvetli ilçeyi; dürüstlüğüyle, çalışkanlığıyla, namusuyla kazandı, aslan gibi kazandı. Bu kadar ahlaksızlığa, bu kadar kitapsızlığa, bu kadar çirkinliğe, bu kadar kötülüğe, hani meselenin ucu Atatürk’e verdiğim söz olmasa, ‘Lanet olsun size’ deyip başka bir şey yapacağım da. Ama bu ilçeyi kazandı, son hafta bu yalanı yayan hesaplar, ‘İYİ Parti Manisa’da ilçeleri alıyor, Büyükşehir‘de CHP’ deyip yüzde 3, 2 çıkacak oyları 30, 35 çıkarıp manipülasyon yapıyorlardı. Şimdi döndüler bana saldırmak için Gülşah‘ın hastanede yattığı belli günleri ahlaksız bir iftiraya dönüştürdüler. Meselenin özü bu. Bu aileye anlatacağım. Çocukluğundan beri bağırsak hastası, çocukluğundan beri. En yakından takip edeni benim ve eczacı olan eşim. Evladımız bizim. O sürekli rahatsızlık, bağırsakta bir kitle yapmış, o kitleyi aldılar, o kitle kötü huylu çıktı ve doktorları da şaşırdı, akıllı ilaç da olmadı, kemoterapi görüyor. Kemoterapi için hastaneye yatacağı günü bekleyip, benim Antalya’ya gideceğim günü bekleyip, Antalya’da birine, ama kimin kimleri nasıl yolladığını herkes biliyor, gördü, o haberi yazdırdılar. Ben uçaktayken, evladım Gülşah kemoterapideyken o haberi yazdırdılar. Ve sonra, suret-i muhaliften gözüken, suret-i muhalefetten gözüken birçok kişi de efendim bildiğiniz tepkileri, bilmem neleri gösterdiler. Gülşah, ‘Ben açıklayacağım’ dedi. Burasında kateter, ertesi gün çıktı, gitti, aslanlar gibi derdini herkese anlattı. Ama burada bir şey var. Biz bu iktidarı yeneceğiz, tüm kötülüğüne rağmen yeneceğiz. Ama biz bu iktidarı yenerken cesaretimizle, temizliğimizle, onurumuzla yeneceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi elbette bir takım dışarıdan destekli adamlar, o yayanlar, neredeymiş o yayanlar? Şimdi CHP’li gibi görünenleri örgütte gören var mı, sahada gören var mı son seçimde gören var mı? CHP’de farklı fikirler olur, hiç sorun yok. Cumhuriyet Halk Partisi’nde bazen çok duyduk, duyunca itiraz ettik. ‘Partiyi kamuoyu önünde tartışanı partide tutmam, kapı önüne koyarım.’ Ben böyle bir laf hiç etmedim. Kamuoyu önünde tartışmak kötü ama CHP demokratik bir parti, farklı fikirler tartışılır. Ama kamuoyu önünde tartışacak argüman olmayınca, AK Parti’nin, Sarayın, bilmem nenin geçmiş temaslılarının, trol orduları kurmalarıyla, kara propagandalar yapmalarıyla, yalan haberleri yaymalarla ve bunların üzerinden kirli bir siyaset yapmalarıyla Cumhuriyet Halk Partisi‘ne diz çöktüreceklerini sananlar şunu bilsinler ki, CHP trol ordusu beslemez, CHP kara propaganda yapmaz, bel altı saldırmaz, ahlak dışı bir iş yapmaz, bunu yapanlar Cumhuriyet Halk Partili değildirler. Benim için vız gelir, tırıs gider.”
“BİR ADIM GERİ ADIM ATARSAK NAMERDİZ”
“Hem Gülşah‘ın hatırı için, bendeki yeri için hem de şu oyuna gelmemizi bekliyorlar. Şu oyuna Müzeyyen Hanım, Başkanım, Meclis Başkanvekilim, Edirne İl Başkanım, Asiye Hanım bu oyuna gelelim bekliyorlar. Bu oyuna gelir miyiz diye bekliyorlar Jale Hanım, Kadın Kolları Başkanım, ‘Bir kadın bir yere gelmek için bir erkeğin bir şeyi olmalıdır. Bir erkek isterse bir kadın bir yere gelebilir. Eğer o kadın bir erkeğin kızı, eşi, akrabası değilse ve başarıyorsa; yılların emeğinin, bitirdiği okulun, yaptığı yüksek lisansın, başarılı yöneticiliğin, iş dünyası, iş hayatı başarısının, örgüte verilmiş 18 yıllık emeğin, erkeklerle birlikte sabaha kadar afiş asmanın, çorba dağıtmanın, sendika ziyaretini hiç önemi yok. Eğer bir kadın bir yere geldiyse ve bildiğiniz bir bağı yoksa gayri ahlaki bir şey vardır.’ Hiçbir Cumhuriyet Partili kadına bunu dedirtmem, dedirtmeyiz, dedirtmeyeceğiz, dedirtmeyeceğiz.”
“NE FEDA EDECEK BİR GÜLŞAHIMIZ, NE SİZDEN KORKACAK BİZ ÖZGÜR ÖZEL VAR”
“Bu partiye dışarıdan saldıranlara, bir kelime eksik konuşursak, bir santim eğilirsek, bir adım geri adım atarsak namerdiz. Partili olmadığı halde, bir yerden yüz bulup, bir konjonktürden fırsat yakalayıp, bir çelişkiden kendine makam mevki üreten o sahtekarlar, o ahlaksızlar alnınızı karışlamazsam namerdim, namerdim, namerdim. Jale Hanım da, Kadın Kolları Genel Başkanım Asu Hanım da, bu Meclisin Meclis Başkanvekili de, Asiye Hanım da Müzeyyen Hanım da bileklerinin hakkıyla buraya geldiler, Atatürk’ün açtığı bu yolda bütün Türk kadınları adına yürüyorlar. Ve ne feda edecek bir Gülşahımız, ne sizden korkacak biz Özgür Özel var. Cürmünüz kadar yer yakarsanız, cürmünüz kadar. Önceki genel başkanlarımızdan Altan Öymen, 96 yaşında, bana bir uyarıda bulundu. Dedi ki, ‘Hodri meydan deme, güreş terimidir, siyaset değil. O yüzden siyasette sana yakışan, hodri meydan deme, başka türlü meydan oku.’ Bugün buradan, siyaseten kimseye hodri meydan demiyorum ama bu partinin iktidar yürüyüşüne, Saray ilintili, gizli hesaplarda toplanmış, bize karşı oluşturulmuş havuzlardan, gayriresmi toplanan paralarla bir geçmiş seçimde bize, adayımıza oy verilmemesini savunan bir takım haysiyetsizlerin yönlendirmesiyle yürütülen algı operasyonuna ve buna karşı partimi alt edebilecek olanlara diyorum ki, hodri meydan, neyiniz varsa dökün, buradayız, teslim olursak namerdiz. Hodri meydan, hodri meydan, hodri meydan.”