Özel Bütçeden Yerel Yönetimlere Ayrılan Payların Açıklanmasını Sordu
Ocak 11, 2017MECLİS’İ 550 MİLLETVEKİLİNİN VİCDANLARINA EMANET EDİYORUZ
Ocak 12, 2017EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR SÖZÜNÜ SİLMEYE KALKIYORSUNUZ!
“Anayasa değişikliğinin 5’inci maddesi, Anayasa’mızın 87’nci maddesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini düzenleyen madde üzerinde grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Değerli milletvekilleri, öncelikle, söze, şu anda ne yapmakta olduğumuzun farkında olup olmadığımızı sormakla başlamak isterim. Arkamızda bir yazı var, bu Mecliste çokça atıf yapılan ve çokça gösterilen bir yazı: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Değerli milletvekilleri, bu yazı Meclisin tasarımını yapan iç mimarın “Burada bir boşluk oldu, buraya bir yazı güzel olur.” diye yazdığı bir yazı değildir. Bu yazı, 19 Mayısta canı pahasına, köhne bir gemiyle Kurtuluş Savaşı’nın işaret fişeğini atmak üzere yola çıkan Gazi Mustafa Kemal’in, cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal’in 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’nde ortaya koyduğu “Hâkimiyet bila kaydu şart milletindir. Eegemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diye milletin gönlüne yazdığı yazıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu söz, Atatürk’ün Amasya’dan Erzurum’a, Balıkesir’den Alaşehir’e, Sivas’tan Ankara’ya uzanan kurtuluş mücadelesinde ülkenin hem kurtuluşunu yüreklendirdiği, organize ettiği hem de kuruluşunun temellerini attığı bu kongrelerinin zincirinin sonunda, o gün daha kâğıda dökülmeyen Anayasa’mızı tek bir cümleyle özetleyen Anayasa’mızın temel direğidir. Bugün akşam siz bu yazıyı Meclisin duvarından silmeye kalkıyorsunuz. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
BU KADAR YETKİ VE GÜÇLE HER ŞEY YAPARSINIZ AMA DEVLET YÖNETEMEZSİNİZ
“Bugün tüm kuvvetleri, tüm yetkileri, tüm güçleri bir kişiye, bir makama vermek üzere buradasınız. Şunu açıkça söyleyelim: Bu kadar çok yetkiyle, bu kadar bir yerde toplanmış güçle her şeyi yapabilirsiniz, her şeyi ama her şeyi yapabilirsiniz ama bir tek şeyi yapamazsınız, bu kadar fazla yetki ve güçle devleti yönetemezsiniz. Çünkü, devlet yönetimi kuvvetlerin ayrılığına, birbirini denetimine, kuvvetlerin birbirini dengelemesine ve fren mekanizmalarına dayanan son derece önemli, son derece ciddi bir iştir. İki yıldır hem Sayın Bahçeli’nin ifadeleri -son dönemde, 10 Ekimden beri- hem de sizin temel savununuz, ülkede fiilî bir başkanlık sistemi var. Kontrolsüz bir güç, denetimsiz, dengesiz, frensiz ve yanlış üstüne yanlış yapıyor dış politikada, güvenlikte, ekonomide. Siz eğer böyle bir dengesiz, denetimsiz sistemi hayata geçirirseniz ülkenin içinde bulunduğu duruma, son bir yılda, bir buçuk yılda yaşadığı felaketler zincirine hiç kimse şaşırmaz, dünya siyaset tarihi de şaşırmıyor zaten, benzer örneklerle dolu. Bu yetkiler, bu fiilî durum, istenen her şeyi yapabilme hâli, bu muktedirlik her şeyi çözüyorsa terörü, akan kanı, gelen şehitleri, anaların gözyaşını ya da dizginlenemeyen doları niye durdurmuyorsunuz? Memleketteki yangını, mutfaktaki yangını, anaların, babaların yüreklerindeki yangını durdurmuyorsanız eğer bugünkü yetkilerinizi Anayasa’ya yazsanız ne olur, yazmasanız ne olur? Ama eğer şu soruya verecek bir cevabınız yoksa kusura bakmayın size de şunu sorarlar: “Yoksa bütün bu olanla bitenle, bugün bu ülkeye yaşattıklarınızla iki yıldır bir rejimi tüketiyor ve yeni bir rejimi mi üretiyorsunuz?”
EGEMENLİĞİ HALKTAN ALIP SARAYA VERME TELAŞINDASINIZ
“Bugün, burada egemenliği halktan alıp tekrar bir saraya vermenin telaşı içindesiniz. Oysa 23 Nisan 1920 iradesi, 29 Ekim 1923 iradesi, kurucu irade, gerçek kurucu irade, egemenliği bir şahıstan, bir aileden, bir hanedandan alıp buraya, bu Meclise, halka getirmişti. Şimdi, bir tali kurucu iktidar olma iddiası kendisini asli kurucu iktidarın yerine koyup birleştirdiği, birleştirdiğini iddia ettiği güçlerle asli kurucu iktidar yetkisiyle verilmiş bir kararı ortadan kaldırmaya çalışıyor.”
EMANETE İHANET EDİYORSUNUZ
“Arkadaşlar, bu madde Meclisin elindeki yetkinin Meclisten yani halktan alınıp Saray’a ve bir kişiye verilme maddesidir. Size şunu sormak isterim: Biz vatandaşa gidip emaneti alırken 1 Kasımda vatandaşa bunu söyledik mi? Biz gidip de vatandaşa “Sen bana yetkiyi ver, senin yerine dört yıl yasama ve denetim görevi yapacağım, bu dört yılın sonunda emaneti sana geri getireceğim, demokrasi budur.” mu dedik, yoksa “Ben, bir yılı biraz geçtikten sonra yetkilerimin en temel kısımlarını birisine emanet edip senin karşına emaneti birilerine bırakmış olarak geleceğim.” diye mi söyledik? Esas tartışma budur. Eğer, bu tartışmaya verecek müspet bir cevabınız yoksa sizin emaneti aldığınız kişiler bunu emanete ihanet sayacaklardır, bunu asla unutmayın.”
BAŞBAKAN MECLİSİ İKNA EDEBİLİRSE KENDİ KENDİNİ İMHA EDECEK
“Pazartesi günü burada tarihî anlar yaşandı. Bir Başbakan ibret alınması gereken bir konuşma yaptı, siyasi tarihin en büyük tutarsızlığı, siyasi tarihin en büyük çelişkisiyle hepimizin huzurlarındaydı. Meclisi ikna edebilirse, altında birinci imzacısı olduğu o pakete oy vermeye Meclisi ikna edebilirse kendisini yok edecekti ve bize de şunu söylüyordu: “Evet, oy verin ve işlevsizleşin, ortadan kalkın, yetkilerinizi devredin, beni de yok edin.” Meclisi kendi ayağına kurşun sıkmaya, kendi kendine bir sivil darbe yapmaya, Meclisi kendi kendini imhaya davet ediyordu. Öyle bir süreçte bunları yaptı ki biz kendisine şunu söylemiştik: “Gelin, bunu televizyonlar açıkken halkın gözünün içine baka baka tartışalım.” Aslında, çok güvenilir bir kaynak pazar günü gazetelere Başbakanın konuşmayı kendisinin yapacağını, televizyonların açılacağını söylemiş, bir saygıdeğer eski bakan da bunu basınla paylaşmakta beis görmemişti. Gazeteler yazdı: “Televizyonlar açılacak, Başbakan gelecek, pazartesi günü her şeyi millet izleyecek.” Pazartesi olduğunda televizyonun kapalı kalacağını öğrendik. Bu durumun niye böyle olduğunu çözmeye çalışırken Sayın Başbakan bize gayet güzel anlattı, dedi ki: “Bir gemide 2 kaptan olmaz, yoksa gemi batar.” Geminin ana salonundaki televizyonu ikinci kaptan açmak istemiş, birinci kaptan “Kapalı kalacak.” demişti. Bir “Açılsın.” bir “Kapansın.” derken televizyon kapanmış, ikinci kaptan buraya çıkmış “Bir gemide 2 kaptan olmaz.” demişti. Çareyi televizyonu kapatmakta, ikinci kaptanı da denize atmakta buldunuz
Ama gemiler 4 kaptanla gider, yeter ki kaptanların hepsi yetkisini, sorumluluğunu bilsin, birbirinin işine, birbirinin sorumluluk alanlarına müdahale etmesinler. Bu gemiyi yüzdüremediğiniz doğru. 2’nci kaptanın boğazını bundan altı ay önce sıktığınız, onu da denize attığınız doğru, yeni 2’nci kaptana denize kendisini atlamaya ikna ettiğiniz de doğru ama gemi doğru gitmiyor. Geminin içinde hepimiz varız, vatandaş var, emeklisi, işçisi, çiftçisi memuru var ve siz bu gemiyi batırmaya doğru götürüyorsunuz, buna izin vermeyeceğiz arkadaşlar.”
ATATÜRK’ÜN KENDİSİ İÇİN İSTEMEDİĞİ YETKİYİ İSTEDİNİZ!
“Burada yapılan iş, Gazi Meclisin yapmadığını yapmaktır, burada talep edilen yetki, Gazinin talep etmediklerini talep etmektir. Gazi Mustafa Kemal’in kalbinin üzerindeki o köstekli saat olmasaydı Anafartalar Muharebesi’nde şehit düşmüş olacaktı. Kendi hayatı pahasına verilmiş bir kurtuluş ve arkasından tüm hayatın feda edilerek taçlandırıldığı bir kuruluş mücadelesinin kahramanı o. Bu ülke için hayatını ortaya koymuş birisi. Savaştan sonra sordu yabancı gazeteci: “Ekselansları, İngiliz tipi bir krallık mı, Amerikan tipi bir başkanlık mı, yoksa padişahlığa devam mı edeceksiniz?” dedi. Gazinin cevabı beklenenden de ilerideydi: “Biz, milletle el ele kol kola yetkiyi saraydan aldık, Meclise getirdik, o yüce Meclis ne görev verirse onun emrinde o görevi yapacağız.” Bugün, Atatürk’ün kendine talep etmediği yetkileri, Gazi Meclisin kurucusuna, kahramanına, mareşaline, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e teklif etmediği, vermediği yetkileri bir talep mekanizması ve ona karşı bunu kabul eden bir iktidar grubu ve ona destek veren bir Parlamento grubuyla karşı karşıyayız. İşte, tarihî çelişkiniz, işte, karşı karşıya olduğunuz tarihî sorumluluk bundan ibarettir.”
15 TEMMUZ’DA AMERİKA’DAKİ MOLLA BAŞIMIZA HUMEYNİ GİBİ GELMESİN DİYE DİRENDİK
“15 Temmuz akşamı darbeciler başarılı olsaydı eğer, OHAL olacak, görevden almalar olacak, tutuklamalar olacak, dernekler, gazeteler kapanacak, gazeteciler, akademisyenler tutuklanacak, KHK’lar yayınlanacak ve Amerika’daki bir meczup, Amerika’daki bir molla bir uçaktan inip, Humeyni gibi gelip başımıza geçecekti. Biz 15 Temmuzda kendi canımızı da ortaya koyarak, evlatlarımızın canını da ortaya koyarak Türk ulusu olarak direndiysek o Amerika’dan o molla gelip, başımıza geçip, bütün yetkileri eline alıp göstermelik bir Meclisle tek adam olmasın diye direndik. Bugün onunla aynı hedefe farklı yollardan yürüdüğünü, yolda aldatıldığını söyleyen birisine bu yetkileri vermeyeceğiz, vermemelisiniz arkadaşlar.”
HALKIMIZ SANDIKTA VİCDAN TERAZİSİNDE SİZİ TARTACAK
“Bilmelisiniz ki bu işte eninde sonunda vicdanlar kazanacak. Seçildiğiniz bölgelerde, illerde, gittiğiniz kahvelerde bir lokma ekmeğini sizinle yer sofrasında paylaşan, size umut bağlamış, size güvenmiş, size yetki vermiş, sorununu çözün, güvenliğini sağlayın, karnını doyurun diye size inanmış vatandaşın, köylümüzün gözünün içine bakamayacak durumdasınız. Bu yüzden şuna inanıyoruz ki burada aklıselim hâkim olacak, burada vicdan kazanacak. Ama olmazsa halkımız sandıkta vicdan terazisinde sizi tartacak ve sizi mahkûm edecek arkadaşlar.”
YANLIŞ YAPIYORSUNUZ!
“12 Eylül 2010’da, burada, kendinden çok emin Adalet ve Kalkınma Partililer, inanmış ve adanmış, bugünkü Adalet Bakanı gibi kendinden çok emin kişiler bu ülkenin çıkış yolunun yeni Anayasa düzenlemesi olduğunu, HSYK düzenlemesiyle, Anayasa Mahkemesi düzenlemesiyle yapılanların vesayetleri yıkacağını, yeni bir Türkiye kuracağını anlatırken bizler, Cumhuriyet Halk Partili hatipler, size “Yapmayın arkadaşlar, yanlış yapıyorsunuz. Yaptığınız iş, önce adaleti, yürümekte olan siyasi davalar üzerinden baktığınızda da daha sonra Silahlı Kuvvetleri ve bürokrasimizi bir cemaate emanet eder. Felaketi çağırıyorsunuz.” diyorduk. O gün çok emindiniz, müttefikleriniz vardı. Onlardan bazısı, şimdi Parlamentoda da bulunan bir siyasi partinin bir kısmı boykot, bir kısmı “Yetmez ama evet.” diyordu. Bir siyasi parti propaganda yapmayarak bizi “Hayır.” cephesinde sizin karşınızda yalnız bırakmıştı. Sizin en kuvvetli müttefikinize ise bir balkon konuşmasında, okyanus ötesine, muhterem Hoca Efendi’ye teşekkürler yolluyordunuz. O gün “Yanlış yapıyoruz.” dediğimizde inanmayan sizler, bugün “Rabb’im ve milletim beni affetsin.” diyerek o günkü yanlışını söylüyorlar. Burada size bütün inanmışlığımla, bütün adanmışlığımla, o gün 1 katsa bugün 10 kat, 100 kat üzerinden söylüyorum ki eminim, namusum ve şerefim üzerine size söylüyorum ki yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz!”
HALKIN KÜRSÜSÜNÜ SİZDEN KORUYORUZ
“Yapmakta olduğunuz iş -12 Eylül 2010 referandumu- burayı vuran F16’yı, askerlerimizi şehit eden silahlara konan mermiyi, tanklara konan mazotu doldurmuştu. Bugün verdiğiniz yetkiler bu ülkenin sonunu getiriyor. Siz bugün Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda bu yüce Meclisin yetkilerini değiştirerek -“Yapmayın, yarın sabaha bırakın.” dedik- televizyon kapalıyken, göz görmeden kendi kendinizi imha etmeye çalışıyorsunuz. Biz buna izin vermeyeceğiz. Biz, halkın gözlerinin içine baka baka bu maddenin burada konuşulmasını temin etmek için, gerekirse yirmi dört saat çalışmak için ama halka bunu sınırsız olarak anlatmak için, halkın kürsüsünü başkasına vermemeniz için halkın kürsüsünü sizden koruma altına alıyoruz arkadaşlar. Yaşasın, hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Milletin kürsüsüne sahip çıkıyoruz, milletin kürsüsünü sizlerden koruyoruz. (CHP milletvekillerinin kürsü önünde toplanmaları, alkışlar) Bu görüşmeleri bu gece tamamlamayacağız.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
Grubumuzla gurur duyuyorum.”